Kur’an’daki “kanuna tâbi olma” ve “kanunsuzluk” konusu 70 yıldan beri zihnimi meşgul eden önemli hususlardan biridir. Bu konuyu daha önce çeşitli makalelerimde birkaç açıdan ele alıp işlemiştim. Ama hâlâ bu konuyu araştırmanın hem mümkün hem de zaruri olduğunu düşünüyorum.
Allah Teâlâ Şems sûresinin başında güneşe, aya, gündüze, geceye, gökyüzüne ve yeryüzüne yemin eder. Hemen ardından nefse yemin ederek (böylece nefsin önemine dikkat çekerek) şöyle der:
“Nefs (insan benliği) ve onun yaratılış amacına uygun biçimlenişi şahit olsun; ve nihayet insan benliğine iyiyi ve kötüyü tanıyıp sorumsuz ve sorumlu davranma yeteneğini yerleştiren (şahit olsun) ki: Kim kendini geliştirip arındırırsa, o kesinlikle ebedi mutluluğa ulaşacaktır; kim de kendini geliştirmeyip (içindeki iyilik tohumunu) çürütürse, o kesinlikle kaybedecektir!” (Şems 91:7-10).
Burada Şems sûresinin bu âyetlerindeki beyan özelliklerine kısaca dikkat çekmekte yarar var. Zira Allah’ın burada yemin ettiği (önemini vurguladığı) isimlerin, -nefis hariç- hepsi marife (belirli) gelmiştir. Çünkü güneş, ay, gece, gündüz, gökler ve yerin seçme özgürlüğü yoktur. Bu yüzden de Allah onlara fücur ya da takva ilham etmemiştir. Bilakis Allah’ın kendileri için vazetmiş olduğu yasalar çerçevesinde işlevlerini yerine getirirler, buna karşı çıkma özgürlükleri yoktur. Oysa “nefs” kelimesi harf-i ta’rif olan “el” olmaksızın (nekre; belirsiz) olarak gelmiştir. Bu yüzden, “fücurunu da takvasını da ona ilham etti” demektedir.
Beyan ilmine ilişkin bu açıklama Türkçeye çevrildiğinde belki de yeterince anlaşılır olmayacaktır. Dahası Arap okuyucular bile uyarılmadıkça bu dil inceliğini fark edemeyecektir. Ancak genel anlamda âyetlerin anlamı açıktır. Bu âyetleri Arapça dışındaki dillere yapılan çevirilerden okuyanlar, bu beyan yönünü fark etmeseler bile kastedilen manayı anlayabilirler. Ben yeri geldikçe insanların Kur’an-ı Kerim’i bildikleri dilden okumalarını ve kelimelerin anlamlarını daha iyi kavramaları için Kur’an sözlüklerine başvurmalarını tavsiye ediyorum. Çünkü Kur’an’ın bazı âyetleri diğer bazı âyetlerini tefsir etmektedir.
İktibas ettiğimiz âyetler “nefs”ten bahsetmektedir. Ancak bunlar nefsi tanımlayan değil, nefsin imkânlarından/ potansiyelinden bahseden âyetlerdir. Bu âyetlerde birçok fiil (eylem) ve iki fail (özne) mevcuttur. Fiiller; “tesviye”, “ilham”, “felah”, “tezkiye”, “haybet” ve “tedsiye”dir. “Tesviye (kıvamına getirmek)” ve “ilham” Allah’a, “felah (kurtulmak)”, “tezkiye (arındırmak)”, “haybet (hayal kırıklığına uğramak)” ve “tedsiye (kirletmek, azdırmak)” ise insana izafe edilmiştir.
Yasaları keşfetmek ‘nazar; bakış’ ile başlar: “Dolaşın yeryüzünde ve görün yalanlayanların sonu nasıl olurmuş!” (Nahl 16:36). “Nazar; bakmak”, haricî vâkıayı gözlemlemektir. Allah’ın göklerde ve yerde neler yarattığını gözlemlemek, deveye, dağlara ve toprağa bakmak…
‘Nazar’dan sonra zincirin ikinci halkası “tefekkür”dür: “Bütün bunlarda, düşünen bir toplum için elbette çıkarılacak bir ders vardır.” (Nahl 16:11). Bir insan gördüğü şeyi düşündüğü zaman, sünneti/ yasayı keşfetmeye; sebepler ve sonuçlar arasındaki ilişkiyi anlamaya başlar: “O’dur sizin yararlanmanız için geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı (yasalarına) boyun eğdiren; zaten bütün yıldızlar O’nun emrine teslim olmuşlardır. İyi bilin ki bütün bunlarda aklını kullanan bir toplum için mutlaka çıkarılacak dersler vardır.” (Nahl 16:12). “Ya’qilûn; aklederler” demek sebeplerle sonuçlar arasında bağlantı kurarlar demektir.
Sebepleri sonuçlara bağlamak, “teshîr; boyun eğdirme” kapısını açar ve bu, kanunun başarıyla çalışmasını sağlar. İnsan asla unutmamalıdır. Çünkü unutursanız ateş sizi yakar ve ışık söner. Yasayı unutursanız, yasa size asla merhamet etmez. Kur’an’ın bir adı da “zikir”dir. Zikir ise hatırlamak ve asla unutmamak (sürekli hatırda tutmak)tır… Hatırlayın… Unutmayın… “Kuşkusuz bütün bunlarda, hafızası olup hatırda tutan bir toplum için mutlaka çıkarılacak bir ders vardır.” (Nahl 16:13).
Daha önce yaşadığımız köyün (Suriye-Quneytıra-Bi’ruacem) camiinde kurtuluş zincirinin anahtar kelimelerini büyük harflerle yazıp duvara asmıştım. Başlığını da “Felah Silsilesi” (Kurtuluş Zinciri) şeklinde belirlemiştim. Zira âyet şöyle demektedir: “Qad efleha men zekkâha: Onu tezkiye eden felaha ermiştir.” Yani nefsini arındırıp kendini geliştiren kesinlikle ebedi mutluluğa ulaşacaktır. Bu âyetlerden şu formülü çıkarmıştım:
“Unzur, tefekker, i’qil, tezekker; tahsulu leke’t-teqwâ: Bak, düşün, aklet, hatırla; işte o vakit takvaya (sorumluluk bilincine) erişirsin… ‘Teshîr’ kanununu hayata nasıl uyarlayacağız? Dünyayı hizmetine nasıl amade kılacağını keşfetmek için bu silsileyi takip etmelisin. Dünya sana (bedel istemeden ve karşı çıkmadan) nasıl hizmet edecek? Yasaları öğrenip kendimizi nasıl güvende hissederiz?
İşte bunu kavradığımızda, insan da dâhil olmak üzere bütün evrenin bize karşılıksız ve aksaksız hizmet ettiğini göreceğiz. İşte o zaman kalplerimizde kin ve huzursuzluk kalmayacak. Yasaları kavradığımızda güneş, ay, gökler, yer, gündüz ve gece gibi maddi varlıklara karşı, dahası insanlara karşı kalplerimizde kin ve huzursuzluk kalmayacaktır.
Çeviri: Fethi Güngör