Türkiye, 1946 yılında çok partili hayata geçiş yapmış, 1950’de ise rahmetli Menderes’le gerçek halk iradesi iktidara gelmiştir. Öncesindeyse, tek parti iktidarı, yani parti devleti var. Hani şu İstiklal Mahkemelerinin kurulduğu, İskân (asimilasyon) Kanununun hüküm sürdüğü, medrese ve ilim yuvalarının “laiklik tanrısı”na kurban edildiği, şapka takmayanların boyunlarına darağacı iplerinin takıldığı, sokaklara zabıtalar salınıp Kürtçe konuşan vatandaşlara konuştukları kelime başına ceza kesildiği, CHP il başkanlarının Vali’lik yaptığı yıllar. Gelin sonrasına da tarihin şahitliğiyle birlikte bir göz atalım.

-27 Mayıs 1960. Halkın takdiri ve oyuyla seçilen hükümetin devrilmesi, hayat şansı verilmemesi.

-17 Eylül 1961. Türkiye’de halkın oyuyla seçilmiş bir Başbakan olan Adnan Menderes’in, asılarak idam edilmesi.

-12 Mart 1971. Askeri baronların, muhtıra vererek hükümeti istifaya zorlaması, millet iradesine tahammül edilmemesi.

-12 Eylül 1980. Evren’in, “Eşitlik olsun diye bir sağdan bir soldan astık” adil yaklaşımıyla(!) hükümetin alaşağı, meclisin lağvedildiği alçak, katil despotizmin katmerleşmesi.

-28 Şubat 1997. “Laiklik tanrısı” yine iş başında olduğu; Müslümanların yaşam ve ibadet alanlarının daraltıldığı, dindarların tecrit edildiği, okumak isteyenlerin Arabistan’a gitmesi gerektiği! Türkiye’nin İran’a, Malezya’ya döndüğü!, şeriatın ayak seslerinin duyulduğu!, irticanın kapıya dayandığı!, başörtülü gençlerin sınıflardan atıldığı, okullara alınmadığı, Müslüm Gündüz ve Fadime Şahin gibi kuklalar oynatılarak İslam ve Müslümanların şeref ve haysiyetlerinin çiğnendiği süreç.

-27 Nisan 2007. Öncesinde “Cumhuriyet Mitingleri” adı altında eylemler yaparak bu darbe tevessülünün zemini hazırlandı. Milletin temsilcisi, sivil ve Anadolu ile özdeşleşen bir Cumhurbaşkanı’nın seçilecek olmasını içine sindiremeyen yerli Siyonlar, aynı terane ile laikliğe vurgusu eşliğinde gece yarısı bir bildiri yayınlayarak Recep Tayyip Erdoğan ve yoldaşlarını sindirmek istedikleri, İktidarın gerekli duruşu sergileyerek hadlerini bildirdiği tarihi gün.

-7 Şubat 2012. Terör örgütü FETÖ’nün, MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden o dönemin Başbakanı olan Erdoğan’ı yargılama ve pasifize etme, yeni bir vesayet oluşturma girişiminde bulunduğu tarih.

-Mayıs/Haziran 2013 Gezi Parkı olayları. Ağaç, çiçek, böcek bahane edilerek, iktidarı yönetemez hale getirmek, büyüyen, gelişen Türkiye’yi durdurmak, yapılan icraat ve yatırımları akim bırakmak amacıyla yerli Siyonlar tarafından yürürlüğe konulan senaryo.

-17/25 Aralık 2013 yargı darbe teşebbüsü. Gezi’deki senaryonun başarısızlıkla sonuçlanması üzerine, FETÖ terör örgütü eliyle algı operasyonları yürütülerek yargıçlar eliyle Erdoğan’ı indirme oyunu.

-15 Temmuz 2016 darbe ve işgal girişimi. Bu husus, başlı başına bir milletin kahramanlık destanıdır, sözler kifayet etmez. (Detaya girersek yazıya köşe yetmez. Başka bir yazıyla bu hususu detaylandırırız inşallah.)

Ve tarih 2017. Yukarıda saydıklarımızı tarihe gömecek bir referandum geliyor, tarih sabit; 16 Nisan 2017. Tarih sabit ama Kılıçdaroğlu sabit değil; bir öyle, bir böyle…

“Kan dökmeden Başkanlık Sistemini getiremezsiniz”den, pembe cümleler pazarlamaya. “Düzenleme Meclisten geçerse Anayasa Mahkemesin’e götüreceğiz”den, “Millet ne derse o”ya. “Evet” diyen ve diyecek olan vatandaşları “hain”likle ithamdan, “Vatandaşın vereceği karara saygı duyacağız”a. “Cesedimizi çiğnenmeden Tayyip’in Başkan olmasına izin vermeyiz”den, “Tayyip’te sıkıntı yok, ya ondan sonra arıza biri gelirse…” fırıldaklığına. (O değil de yakında “Reis’i kimseye yedirmeyiz” noktasına gelmelerinden endişe ediyorum!)

“Bayram değil seyran değil, eniştem beni neden öptü?” diyeceğim ama enişteyi tanıyorum!

Enişte size oynuyor ey gri alanlar, flu zihinler, kararsız MHP’liler, AK Partililer, uyanın…