Bu cümleyi her duyduğumda “Ne yazayım abime?” diyesim geliyor. İçimden müstehzi bir şekilde güldüğümü de saklamayacağım. İçimden gülüyorum, zira pek dışımdan gülecek kadar neşeli değilim

Yazmasına yazayım da ne yazayım? Spor, siyaset, ilişkiler, yemek, gezi, hayvanlar âlemi, insanlar âlemi? Konu çok, yazacak şey çok ama yazacak enerji yok. Öncelikle her gün yazanlara karşı hayranlığımı dile getireyim. Müthiş bir enerji. Onca işin arasında fırsat bulup, kafayı toparlayıp yazı yazabiliyorlar. Ben ise, bir türlü o enerjiyi bulamıyorum. Zira yoğunluktan kafamı kaşıyamıyorum. Kaşıyacak vakit bulsam bile anca kafamı kaşıyorum. Son enerjiyi de kafayı kaşımaya harcayınca yazı yazacak enerji kalmıyor haliyle. (Öyle hemen “Ne enerjisi?” deme beyin cidden çok yakıyor.)

Mesela kendimi yazayım. Birkaç sene önce sevmediğim bir zat “Ben senin yerinde olsam kendimi yazarım” demişti. “Kendimi” derken kendisini mi kastetmişti orası meçhul gerçi. Ben yine de kendimi yazayım. Önce sevmediklerimden başlayayım.

Kalabalık şehirleri sevmiyorum. Dolayısıyla İstanbul’dan nefret ediyorum. Trafikten nefret ediyorum. Hele metrobüs trafiği beni çileden çıkarıyor. (Öyle deme arka arkaya 4 metrobüs durağa girmeye çalışınca geride bir sürü metrobüs diziliyor.)

Sonra çok gülen insanları sevmiyorum, çok sinirli insanları da sevmiyorum. İçi kin dolu, içindeki kini yüzüne yansıtan insanlardan nefret ediyorum. (Sahi bir insan bu kadar kin dolu bir şekilde nasıl yaşar?)

Her şeyini anlatan insanları sevmiyorum, hiçbir şey anlatmayan insanları da… Savaş çığırtkanı insanları sevmiyorum, barış ve sevgi pıtırcığı insanları da… Hayvanlara işkence eden insanlardan iğreniyorum ama hayvanseverlik adına insanları unutanları da sevmiyorum. Fakirliği sevmiyorum (henüz zenginlikle imtihan olunmadık) ama gösteriş budalası zenginlikten de nefret ediyorum. (Bu konuda çok ciddi sıkıntılar var özellikle Müslüman’ım diyenler açısından…)

Instagram’da varım ama Instagram’ı sevmiyorum, kimin profiline baksam binlerce takipçisi var. (Benim niye yok!)

Twitter’ı sevmiyorum, gündemin 140 karaktere sıkışmasından nefret ediyorum.

140 karakterle ülke kurtarıp, hükümet devirmek salaklığı ise beni çileden çıkarıyor.

Gizemli şeyleri sevmiyorum, çok merak uyandırıcı oluyor, bir o kadar da korkutucu (Düşünsene ne çıkacağı belli olmayan şeyler. Bkz. FETÖ)

Çok bağıranlardan nefret ediyorum; (Ses yüksekliği değil saldırganlık manasında) mutlaka bir şeyi saklamak için ‘bağırıyorlar.’

Mıy mıy konuşan insanları boğasım geliyor. (Birader sağırım ben, az yüksek konuş. İnşallah iyi bir operatör bulursam bu dertten de kurtulacağım.)

Çalışmayı sevmiyorum ama boş oturmaktan da nefret ediyorum. (Valla ergen değilim!)

Hepsinin bir ortası var. Olmalı.

Sürekli uçlarda yaşamak, uçlarda yaşayan insanlarla aynı ortamda bulunmak cidden çok yoruyor.

Ve sizin beni yormaya hakkınız yok.

(Amma çok şey sevmiyormuşum. Depresyonda mıyım neyim? Yaz gelince düzelirim kesin. Du bakalım…)