Fenerbahçe yeni bir döneme girdi. 1998’de Vefa Küçük ile başkanlık için yarışan Aziz Yıldırım bu seçimden 1 oy farkla galip çıkarken kim bilebilirdi ki Fenerbahçe’nin 20 yılına damga vuracağını?
Dile kolay, koskoca 20 yıl. Bu uzun sürede 6 şampiyonluk, 9 ikincilik; ki bu ikinciliklerin içinde kirli oyunlarla elden gittiğini düşündüğüm en az 4 şampiyonluk öyküsü var; Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final, UEFA Avrupa Ligi’nde yarı final yaşadı. Erkek basketbol takımı ile Euroleague’de Avrupa basketbolunun en prestijli kupasını aldı. Kadın voleybol takımıyla 2010’da dünya şampiyonluğunu gördü. Tesisleşme konusunda büyük emekler sarf etti. Kendi stadını, kendi salonunu yaparken sponsorlar hariç devletten teşvik dahi almadı. Bu gururu yaşarken sadece Fenerbahçe’ye değil, diğer kulüplere de vizyon atlattı ve onlara ışık oldu.
3 Temmuz 2011’de FETÖ’nün kurduğu kumpasla sarsıldı, tüm camia. Hedef Aziz Yıldırım ve başkanlığını yaptığı Fenerbahçe idi. Fenerbahçe’yi ele geçirmek, Türk futbolunu ele geçirmek demekti. Kurtuluş Savaşı sırasında, maç yapma bahanesiyle Anadolu’ya silah götüren bu asırlık çınara yapılan zulmün haddi hesabı yoktu. Çamur atıldı, Avrupa’dan menedildi, maddi manevi yıpratılmak istendi. Yetmedi, başkanı, yöneticileri hapse atıldı. Görsel ve yazılı medyada yandaş yorumcuların yerden yere vurduğu sırada bu furyaya ne acıdır ki ezeli rakiplerin bazıları da katıldı. Onlar kim olduklarını biliyorlar, bu şavalaklar taraftarlarına UEFA’ya faks ve benzeri elektronik posta yoluyla dilekçeler göndertip, Fenerbahçe’yi linç etmek istediler. Ülke içinde bu gidişten nemalanmak isteyen o kadar çok hain vardı ki sırtlanlar gibi sardılar dört bir yanını Fenerbahçe’nin. Trabzon/ Sürmene’de takımı taşıyan otobüse atılan mermilerin failleri meçhul kaldı.
Fenerbahçe üzerinde planlanan oyunları saymakla bitirmemiz mümkün değil. İşte bunlar sebep olacak ki son birkaç sezondur başkan da mental yorgunluklar baş gösterdi. Fenerbahçe’nin amiral gemisi futboldur ve futbol takımı için alınan kararlar ne yazık ki başarısızlıkla sonuçlandı. Taraftar takıma küstü, tribünler boş kaldı. Fenerbahçe kötü, hatta çok kötü yönetiliyordu; aslında yönetilmiyor, idare ediliyordu. İşte bunu gören taraftar ve o taraftarlara duyarlı kongre üyeleri, bir kan değişiminin zamanı geldiği bilinci ile sandığa gitti.
Bazen çok güçlü sandığınız kişileri beklenmedik bir son bulur; bu seçimde de o sonlardan biri sayın başkanı buldu. Keşke böyle olmasaydı, bir şeyleri görüp de kendisi bıraksaydı. Yine de kim ne derse desin, benim için Fenerbahçe’nin efsane başkanıdır. Çünkü bu kulüp için neler yaptıklarını biliyorum. En azından Fenerbahçe’yi canından bile çok sevdiğini biliyorum; hatta hapis yatacak kadar. Lakin bunu anlamakta güçlük çeken genç nesil insanlar var. Umarım bir gün Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe yan yana yazıldığında ya da zikredildiğinde ne anlama geldiğini onlar da anlar.
Taraftar her an Big-Bang, yani büyük patlama için bir kıvılcım bekliyordu; o da Ali Koç’la geldi. Onu umut gördüler. Ali Koç beklentileri karşılar mı, bu umudun bu güvenin karşılığını verebilir mi? Bence verir. Vizyonu, enerjisi, dinamizm, hırs ve kulübe olan sadakatiyle bu yükü kaldıracaktır. Genel kurulda her iki başkan adayının konuşmalarını da dinledim. Ali Koç’un Alex’in gönderiliş şekline vurgu yaptığı konuşmasına Aziz Yıldırım’ın verdiği cevap çok yerinde ve isabetliydi. Şöyle dedi sayın başkan: “Bu kulüpte Alex’i benim kadar seven yok, olamaz da; ama Fenerbahçe’yi daha çok seviyorum.”
Sayın Başkan bu kulübün kongre üyeleri de size tam da bunu anlatmak istediler. “Hepimiz seni seviyoruz ama biz de senin gibi Fenerbahçe’yi daha çok seviyoruz” dediler. Son olarak, Ali Koç başkanın dediği gibi, kin, kırgınlık, nefret yok. Şimdi efsane başkan Aziz Yıldırım’a şu söylemini hatırlatmak isterim: ‘’Darağacında olsak bile son sözümüz Fenerbahçe.” Kin, kırgınlık ve nefret yok olmasın da. Bizim üzerimize şık durmaz.
Allah’a emanet olun.