Dünyada kendisini bizim kadar acımasız eleştiriye tabi tutan başka toplum yok diye düşünürüm.Fakat Türkiye’de hemen hemen her dönemde en zor eleştirilen alanlar arasında cemaatli yapıların olduğunu da itiraf edelim. Hakan Fidan meselesine, MİT TIR’ları olayına ve 17/25 Aralık Yargı Darbesi Girişimi’ne rağmen15 Temmuz Ayaklanması’na kadar FETÖ konusunda temkinli davrananların haddi hesabı yok.

Bu konulardan bahsedildiği ortamlarda gözümüzün içine boş boş bakanları, kamunun güvenliğini sağlamakla mükellef olduğu halde “Tutturmuşlar bir FETÖ meselesi” diye işi hafife alanları çok gördük.

Öyle ki yukarıda bahsettiğim özeleştiri, eğitimin cemaatlerle ilişkisine gelince ciddi rezervlerle karşılaşırız. Dershanelerin kapatılması, sınav sistemleri, öğretmen adaylarından istenen formasyon konusu ve öğrenci yurtları gibi koca bir sorunlar yumağının karşısında hep cemaatli eğitim kurumları durmakta.

İlaveten, memlekette pek çok sosyal konularda olduğu gibi eğitimözeleştirisidaha ne yazık kilaiklik kamplaşması üzerinden yürür.

Nitekim 15 Temmuz FETÖ ayaklanması, cemaatlerin toplumdaki yeri ve devletle ilişkileri konusunda ciddi sorgulamaların gündeme gelmesini sağladı. Kimi muhafazakâr kalem erbabının ve medyada söz alan bazı kanaat sahiplerinin söyledikleri, laik dünya görüşüne sahip kesimleri ciddi ölçüde şaşırtıyor.

Fakat bu söylemlerin içini doldurmak hiç de kolay değil. Çünkü bugün FETÖ’cücemaatlilik üzerine varılan tespitler diğer cemaatlere şamil kılınınca ortaya acı reçeteler çıkmakta. İlkesel yaklaşımın rahatlığı yanında somut örneklerin teşhis ve tespitine giden yol dikenlerle dolu. Bu yüzden diğer cemaatler, her koyunun kendi bacağından asılması taraftarı.

Cemaatli yaşamın her geçen yıl yaygınlaştığı son elli yılda, cemaatlerin, vakıfların ve diğer özel eğitim kurumlarının eğitimde aldıkları kurumsal ve işlevsel rol konusunda bugüne kadar kapsamlıbir çalışma yapılmadı.Türkiye bu hassasalanın muhasebesini yapmıyor.

Muhaliflerin zannettiğinin tersine, bugün iktidar imkânlarının eğitime aktarılması konusunda özel okulları da içine alan “misyoncu” bir milli eğitim politikasına sahip olmadığımızı düşünüyorum. Ülkenin bir cemaat modelini öne çıkarıp da diğerlerini bu cemaat tipi üzerinden dönüştürmek gibi bir kaygısı da hiç olmadı.

Bu ahvalde, yaşadığımız coğrafya, bize millet olarak dayanışma içinde olmayı ve ortak paydalarda buluşmayı salık vermektedir.

Son üç yılda özel eğitim kurumlarının sayısının iki katına çıkmış olması eğitim kalitesinin iyileşmesini temin etmiyor. Türkiye, önüne çıkan bu tarihi fırsatı değerlendirerek özel eğitim kurumlarını, her geçen gün yaygınlaşanbu sentetik eğitim süreciniözel hastanelerde olduğu gibi sınırlandırmalıdır. Beş-on yıl sonra kontrol edemeyeceğimiz bir sorun yumağı ile yüzleşeceğiz.

Mesele cemaat ve vakıf okulları dışındakiler açısındanda karmaşık. Büsbütün ticari bir işletme olan, lojistik, güvenlik, tam gün ve etüdlü zamanlama üzerinde yoğunlaşan pek çok zorlama eğitim kurumları ile kaliteli bir eğitimden söz edilemez. Deneyimli ve ehliyetli akademik kadroyu öncelemeyen işletmeci girişimlerin nesillere zararı tartışılmaz.

Konucemaat ya da vakıfların varlığını tartışma, onları karşısına alma tehlikesi değil eğitimi, devletin en iyi koşullarda sağlamakla yükümlü olduğu; olabildiğince eşit, hakkaniyetli ve yaygın bir kamu hizmeti olarak görmesidir…