Belki sizler de takip ediyorsunuzdur; Hayreddin Karaman Hoca son yazılarında, “Ciddi bir ‘Milli Eğitim’den geçmiş genç nesillere acilen ihtiyaç var” diye bas bas bağırıyor. Gençliğin haline bakarak, ülkenin geleceği için adeta feryat figan ediyor.

Aslında, eğitimle içli dışlı, gençlerin problemlerine kafa yoran Anadolu’daki pek çok düşünce insanı bu konuda epeyden beri dert çekiyor, fikir geliştiriyordu. Hatta yine Anadolu’daki çoğu vicdan sahipleri, bu konuda Milli Eğitim’den çok önce harekete geçmişlerdi bile.

Her ne kadar istenildiği oranda olmasa da gençlikteki çürümeyi gören Anadolu’daki bir takım yaralı yürekler uzun zamandan beri yol almakta, açmış olduğu yurtlarda, gençlik merkezlerinde, derneklerde gençlik yetiştirmeye yönelik projeler uygulamaya başlamışlardı bile.

Bu tür ferdi sorumluluk kaynaklı bireysel hareketlilikler ciddi projeler karşısında cılız kalsa da, ne mutlu ki meyve vermeye devam ediyor.  

Aslına bakarsanız öteden beri şahsen ben, gençlik hizmetlerinin devlet eliyle değil de, STK’lar, cemaatler, cemiyetler, vakıflar, gruplar eliyle verilmesi taraftarıyım zaten. Bu fikrimden de son olaylara bakarak(FETÖ ihaneti) vazgeçmiş falan da değilim.

Peki, bu tür çalışmalar nasıl olmalı? Gençleri şuurlandırmak için nasıl bir metot izlemeliyiz?

Milli Görüş teşkilatlarının yıllardan beri uyguladığı, gayet de başarılı olduğuna inandığım, gördüğüm bir metodunu burada size örnek vermek istiyorum.

Eğer ciddi manada dik duruşlu, inandığı fikirlerinden asla taviz vermeyen, özü-sözü doğru, mücadeleci, lider ruhlu gençler yetiştirmek isteniliyorsa, aşağıda isimlerini vereceğim kişilerin hayat hikâyeleri gençlere okutulmalı, sevdirilmeli, örnek gösterilmelidir diye düşünüyorum. Mili Görüş’ün evlerinde, yurtlarında gençlere bu isimlerin hayat hikâyeleri önce okutulmakta, ardından üzerinde tartışmalar oluşturulmakta. Bu metot, hala uygulanmakta. Maksat, gençler bu liderleri iyice bellesin. Bellesin ki bir lider nasıl olur, nasıl dik durur, nasıl mücadele eder, nasıl davasına sahip çıkar, kavgasını verir, görsün.

İlk etapta aklıma gelen, toplumun çoğunun tanıdığı, hem fikir olacağı isimler şunlar…

Necip Fazıl 

Mehmet Akif Ersoy 

Mehmet Akif İnan

Erol Güngör 

Necmettin Erbakan

Muhsin Yazıcıoğlu 

Ömer Muhtar

Aliya Izzetbegoviç

Seyid Kutup

Hasan el Benna

Bu listeyi uzatmak, farklı kesimlerden değişik isimler eklemek elbette mümkün. Önemli olan, yukarıda belirttiğim niteliklerde vatan perver, inançlarını ideali haline getirmiş gençlik yetiştirme azmi ve isteğidir diye düşünüyorum.

Bunun nasıl bir faydası var peki?

Yukarıda ismini zikrettiğim dava erlerinin en büyük özelliği, bir fikir sahibi olmalarından çok, o fikir için mücadele etmeleridir. Düşüncelerinin kavgalarını vermeleridir. Aksiyon sahipleridir bu isimler. Mesela Necip Fazıl’ı ele alalım… Evet, herkesin de bildiği gibi Üstad’ın bir davası, bir fikri vardı. İyi bir sanatkârdı her şeyden önce. İyi bir şair, iyi bir romancı, tiyatrocu, piyesci… Fakat bence en büyük özelliği aksiyon sahibi olması, etrafına kitleleri, özellikle de gençleri toplayabilmesiydi. Dikkat edin, bugün Necip Fazıl sanatından çok idealleri adına verdiği kavgasıyla meşhurdur. Etrafına topladığı binlerce gençle, aksiyonla, yıkıldığı yerden her daim kalkmasını bilen, bitmez tükenmez enerjisiyle meşhurdur.  

Bir başka isim, Yedi Güzel Adam’dan biri olan Mehmet Akif İnan’dır. O da iyi bir şair ve iyi bir dava adamıydı. Ama onu diğer sanatkârlardan ayıran en büyük özelliği, yine aksiyon sahibi olmasıydı. Bugün sendikacılık alanında, Türkiye’nin en büyük konfederasyonu Memur-Sen’i kuran, hatta mensubu olduğu kitleyi topyekün değiştirebilen isimdir o. İdeallerini, sanatını kitlelerle buluşturmayı başarmış, davasını kitlelerin davası haline getirmiş bir sanatkârdır o.

Ömer Muhtar, Hasal el Benna, Erbakan, Yazıcıoğlu ve diğerleri…Hem dava adamları, hem düşünce insanları, hem de aksiyon sahipleriydi. Ve onları diğer düşünce insanları ve sanatkarlardan ayıran en büyük özellikleri, davalarına sıkı sıkıya inanmış, bunun kavgasını verebilecek enerjiyle dolu, kitleleri arkasından sürükleyebilen, ideal sahipleri olmalarıydı.

Kanaatimce bu ideal sahiplerinin yaşam hikayeleri Milli Eğitimce okullarda okutulması zorunlu dersler haline getirilmelidir.