Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ali Koç, darbe süreciyle ilgili yaptığı açıklamada, “Laik eğitimin önemini bir defa daha gördük” demiş.

17- 25 Aralık sürecinden sonra ve özellikle de 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ben de dahil hepimizin tartıştığı bir konu bu.

Sokakta, kahvede, sohbetlerde hatta cami avlularında konu gelip cemaatler, tarikatlara dayanıyor ve biri cümleyi şöyle bağlıyor: “Yahu kardeşim, camiler açık değil mi? Git namazını kıl. Kur’an kursları da, imam hatipler de açık, o zaman ne gerek var tarikata, cemaate?…”

FETÖ’nün iyi niyetli, masum insanların akıllarıyla, kalpleriyle nasıl oynayıp dini kendi planlarına alet edip, kendine bağımlı yaptığı insanları vatanlarına ihanet edecek kadar köleleştirdiği yaşanarak görüldüğünde ilk etapta akla da hoş geliyor bu yaklaşımlar.

Ama akl-ı selim düşünüldüğünde FETÖ’cü teröristlerin kendilerini cemaat olarak adlandırmalarından yola çıkarak cemaat, tarikat oluşumlarına karşı bir tavır sergilemek çok da doğru gelmiyor bana.

Çünkü biz darbeye girişenlere üzerine asker kıyafeti giymiş teröristler demiyor muyuz? Diyoruz. Suç işleyen polise, çıkar o elbiseyi üzerinden kirletme demiyor muyuz, diyoruz. Bu adam hâkimliğin, müdürlüğün yüz karasıdır diyor muyuz, diyoruz. Bu doktor insanların canıyla oynuyor deyip sadece o doktoru kast edip diğerlerini masum olarak kabul etmiyor muyuz, ediyoruz.

O zaman FETÖ’cü, ya da IŞİD’ci, ya da El Kaide’ci, ya da herhangi din istismarcısı örgütler üzerinden topyekun cemaatlere, tarikatlara neden karşı çıkıyoruz? Daha doğrusu neden karşı çıkarttırılıyoruz?

Bence bize bu yönde algı oluşturmaya çalışan din düşmanlarının oyununa geliyoruz. Ve maalesef bugün toplumda da en rahat kimseler dinle, diyanetle ilgisi olmayan kişiler. Beraber namaza durduğumuz, beraber oruç tuttuğumuz, beraber hacca, umreye gittiğimiz insanlara bugün acaba bu da FETÖ’cü mü derken, alenen ya da sinsice fırsat kollayıp din düşmanlığı yapan insanlar bugün bizde tarikat, cemaat düşmanlığı tohumları ekiyorlar ve bizler de bu oyuna geliyoruz.

Ben ilahiyatçı değilim ama sınırı aşmamak kaydıyla bir şeyler de öğrenmeye çalışanlardanım. Kur’an-ı Kerim bir kaynaktır, Sünnet de bir kaynaktır, önümüzde Diyanet İşleri Başkanlığımız var o da bir kaynaktır.

Camilerimiz var, Kur’an kurslarımız var, tamam da, bunlar dün de vardı. Arada kesintiler olmakla beraber İHL’lerimiz de vardı ama buna rağmen bu FETÖ’cüler dini kullanarak cemaatleştiler, din adına söz sahibi oldular, çok ama çok büyüdüler.

Onları bu kadar büyüten, itibar sahibi yapan Türkiye’deki din düşmanlığına dayanan laiklik neticesinde camilerin açık bırakılması ama camilere gidecek insanların zenci muamelesi görmesiydi. İşte burada FETÖ girdi devreye. İşte burada insanlardaki dini boşluğu, açlığı kullanarak kendini büyük bir güç haline getirdi.

FETÖ’nün cemaatten ihanete giden sürecini bir fırsat bilip 15 Temmuz gecesinden beri vatanı, milleti, devleti için kendini feda eden, selalar okuyan, dualar okuyan, çevresindeki insanları meydanlara nöbeti mecbur kılan tarikat ve cemaat mensuplarına haksızlık yapılmamalı, aksine bu tür oluşum ve tarikatlar desteklenmelidir.

Yoksa dün FETÖ, yarın MEÖT diye birileri yine bu milletin dini duygularını alet edip kendilerini ve müritlerini Batı’da açık arttırmaya çıkarabilirler. Asıl dikkat edilmesi gereken budur. Ve bu tür oluşumlar devletin dini kurumları tarafından devamlı denetlenmeli ve Diyanet de kendi içinde bir istihbarat ağı kurarak bu tür girişimleri başında tespit ederek fırsat tanımamalıdır.

Bu yazımızı da Yunus Emre üstadımızla sonlandıralım:

Şeriat, tarikat yoldur varana/ Hakikat meyvası andan içeri/ Dinin terk edenin küfürdür işi/ Ol ne küfürdür, imandan içeri/ Beni bende demen, ben de değilim/ Bir ben vardır bende, benden içeri