Anadolu’ya geldik geleli cemaatli hayatın en bereketli dönemini yaşıyoruz. Hemen her üç kişiden biri bir tarikat ya da cemaate bağlı ama işin tuhafı mensubiyetinin farkında değil.

Kendisini kurtulmuş/aydınlanmış/hidayete ermiş sayan, bir kutlu/ulu öndere aşırı duyguculukla yaslanan, onun kurtarıcılığına inanan ve gözlerini bu sevgi ile ıslatan herkes, ritüelleri ve simgeleri olsun ya da olmasın bir cemaattir. Hatta tarikata yakın bir cemaattir.

FETÖ’yü üreten cemaat mensupları, bir zamanlar kendilerini tarikat olarak görenleri tepkiyle karşılardı. “Biz bir camiayız, bir hareketiz” diyorlardı. Hâlbuki tasavvuf alanı ile olan akademik yakınlığım sebebiyle biliyorum ki “hizmet” kodlu örgüt, tarikat geleneğinin bütün avantajlarından yararlanan bir yapıda idi.

Özellikle de akılcı kutsalcılık hastalığına tutulmuş aydınlanma sarhoşu müridler, kusursuz bir cemaat mensubu. Kendi aklından başka akıl, kendi yolundan başka yol tanımayan bütün selamet erleri akıl dışındaki saiklerle hareket etmekte.

Tarihte hiçbir dönem, bu kadar yoğun bir duygusallık yaşamadık. Hiç bu kadar ağabey, hoca, üstad, molla ve şeyh efendilerimiz olmadı. Küçücük bir bezirgânın beş on yılda koca bir camiaya dönüşebildiğine tanık oluyoruz. Cumhuriyet’in değerlerinden uzaklaşmanın sonucuna bağlanan teşhis ise doğru değil.

Toplumun dindarlaştığını da söyleyemeyiz. Bilakis pek çok köksüz tarikat ve özsüz cemaat yapısına bakılırsa durum dini referanslar açısından hiç sağlıklı değil. Son otuz yıldaki göçün doğurduğu bir “güvensiz şehir” sendromu yaşadığımızı düşünüyorum.

Cemaatli kimliği zorlayan faktörlerin başında şehir gelmekte. Anadolu taşrasından çıkıp bir şekilde hayata tutunmak isteyenlerin bu yabancı ve tehlikeli alanda en büyük dayanağı, terapi alanı, sosyo-ekonomik güvencesi cemaatler oldu.

Yüzlerce yıldır bu coğrafyada yaşayan, kurumsallaşmış ve kendi geleneğini oluşturmuş tarikat şubeleri ile bağı ve şecere kaydı olmayan sonradan olma, zorlama pek çok tarikat ve cemaat ortaya çıktı. Siyaset ve ticaretle ilişkisi bulunmayan o eski gelenek bu sektörünün kalabalık pazarında boğuldu.

Çünkü piyasa koşullarını görerek, ihtiyaca göre ortaya çıkan PDY işletmeleri topyekün bir algı oluşturdu. Kusura bakmasınlar, kendilerine Fetullahçı Nurculuktan ayırdığını söyleyen Üstadçı Nurcuların hepsi, istisnasız bu ana akımdan zehirlendi, benzeşmeyi ve onun açtığı şeritten ilerlemeyi seçti.

Daha ileri gidecek olursak, geleneksel olarak hayatını sürdüren tarikatlar geçtiğimiz yıllarda o kadar ezildiler ki çareyi nurcular gibi yaşamakta buldular. Onlar gibi giyinmeye, onlar gibi klişe bir din dili kullanmaya başladılar. Tam olarak çözemeseler de devletle ilişki kurma biçiminde mesafeyi bu sayede alabileceklerini sandılar.

Suçu yüzde yüz FETÖ’ye yükleyecek değilim. Çünkü her cemaat bu alanlara teşne. Zaman ve imkân buldukça devletle iş görmeye başlayan hiçbir yapı ayakta kalamaz. Devlet sihirli bir güce sahiptir. Devlet ile duygusal ilişkiye girenler sonunda iğfal olurlar. Devlete hizmet edilebilir, devlette hizmet edilebilir ama devleti ele geçirmeye çalışanlar zehirlenirler. Devletle olan ilişki, insanın devle aşkı gibidir.

Şimdi FETÖ’cülerin boşalttığı alanda devlete daha çok sızmak üzere fırsat kollayan dergâhçı, tekkeci ya da atölyeci ağabeylerin hepsi yok olacakları günlere en yakın yerdeler. Devletin yüksek gerilim alanına yaklaşınca nasıl yanacaklarını yaşananlardan anlasınlar…