İnsanlık ‘kuantum çağı’ndan henüz yeni çıktı. Ya da çıkmaz üzere…
Kuantum bize ne bıraktı? Katkıları ve tahribatları neler oldu? Bu ayrı bir konu…
En basit tanımıyla ‘kuantum fiziği’, atom, elektron ve foton gibi parçacıkların davranışlarını inceleyen bir bilim dalı…
Brian Clegg, “Kuantum Çağı” isimli kitabında konuyu enine boyuna anlatır. Clegg, bilim insanlarının bu parçacıkların davranışlarının gizemini tam olarak çözemediklerini ama geliştirdikleri modeller sayesinde insanlığın hizmetine pek çok teknoloji sunduklarını belirtiyor. Aynı zamanda küçük bir uyarıda da bulunuyor: “Kendi modelinize âşık olmayın.”
Kuantum kuramına göre “gözleyen ve gözlenen birbirinden ayrı ve bağımsız değildir. Biz bir doğa olayını gözlerken ve onun matematik modelini yaparak anlamaya çalışırken sadece kendi yorumumuzu sergiliyoruz. Yani akıl ve mantığımızı kullanarak doğanın kendisini değil, kendimizi, kendi zihnimizi ortaya koymuş oluyoruz.”
Bu konuda bir örnek verilir: Işık ile yapacağımız bir tür deney bize ışığın dalgasal bir yapıya sahip olduğunu belirtirken, farklı bir deney ise ışığın küçük enerji paketleri olan ve parçacık gibi davranan ‘foton’lardan meydana geldiğini söyler. Yani ışık, hem dalga özelliğine sahiptir hem de parçacık…
Adına ‘madde’ dediğimiz her ne var ise aslında hepsi aynı özelliğe sahiptir: Dalga ve parçacık…
İnsan için de böyledir. Çünkü hayatımızın her alanında bir ‘enerji’ vardır.
Kuantum kuramına göre ‘zaman’ da ölçülebilir bir şey değildir. Yani büyüklüğü, hacmi konusunda kesin bir şey söyleyemeyiz. ‘Mutlak zaman’ diye bir olgudan söz edemeyiz. “Zaman, her cismin uzay bölgesine ve hızına bağlı olarak değişen göreli bir kavramdır. Önemli olan ‘an’dır.” ‘An’ dediğimiz şey ise nokta gibidir. Nokta için bir boyuttan söz edemiyorsak an için de böyle bir tanım yapamayız.
Kuantum çağı/ fiziği insanlığa neler bıraktı?
Bilgisayarlar, akıllı cep telefonları, lazer cihazları, MR tarayıcılar, saatte 1000 kilometre hızla gidebilen trenler, hiçbir dinlemeye takılmadan iletişim kurabilme teknikleri, radyoaktif atık üretmeyen çevre dostu nükleer enerji santralleri, vahşi barajlar yerine süper iletken bobinlerle enerji depolama sistemleri, gün ışığını yavaşlatarak geceleri gündüze çevirme sistemleri, ışıktan hızlı iletişim kurma deneyleri…
İlk bakışta bilim-kurgu gibi gelen bütün bu gelişmeler kuantum fiziği ile gerçek oldu. Oldu da ne oldu, insanlığın medeniyet atlasına baktığımızda manzarayı görmek veya yorumlamak hiç de zor değil…
Buradan yola çıkarak…
‘Kuantum çağı’ ile ‘Endüstri 4.0’a büyüteçle bakmak istemiştik aslında… Çünkü kuantum sanayideki alışkanlıkları da köklü biçimde değiştirdi. Konuşulmasa da sanayi ile ahlak, sanayi ile merhamet, sanayi ile bağımsızlık, sanayi ile emperyalizm, sanayi ile emek gibi kavramlar literatürün kenarına kadar geldi.
Bugünün vahşi dünya düzenini anlayabilmek için bu fotoğraf karelerini tek tek önümüze koymamız gerekiyor.
Bugünün yeni endüstriyel vizyonu olan ‘dördüncü sanayi devrimi’, diğer adıyla ‘Endüstri 4.0’ insanlığı nereye götürüyor, gençlere nasıl bir dünya vaat ediyor?
Dünyanın mühendislik zirvesi olan Almanlar’ın ‘Endüstri 4.0’ ile geleneksel sanayiyi bilgisayarlaştırmanın ötesinde herhangi bir düşüncesi yahut ideolojisi var mı? Basit bir soruyla, “Bu sistemin uyum, kaynak verimliliği ve ergonominin hem müşteriler, hem de iş-değer sürecinde iş ortaklarının entegrasyonunu karakterize etmekten öte bir amacı var mı?”
Bu kafa karıştıran soruların cevabını -nasipse- gelecek yazıda arayalım…