“Gel seni şehre götüreyim” dedi babası…
O güne kadar hiç şehir görmemişti çocuk, babasıyla ilk defa baş başa bir yolculuğa çıkacağı için hangisine sevineceğini bilemedi; heyecanları birbirine karıştı.
Daha gözü açılmadan kaybettiği babasıyla yaşadığı belki de ‘tek hatırası’ bu olabilirdi. Ancak hatırayı özellikli kılan elbette bu değildi.
*
1974 yılının soğuk bir öğleden sonrasıydı, Doğu’daki bir kentten, komşu şehre doğru giden trenin buz tutmuş demirleri zangır zangır titremekteydi. Dışarıdaki soğuğun getirdiği uğultu, içeride kompartımanları dolaşıyordu.
Babasının sıcacık ellerinde küçük elleri kaybolmuş olan çocuk, karlı tepelere bakarak hayal kurmaktaydı. Çünkü imkânsızlıklar içindeki köyden henüz yolculuğa çıkmadan önce babası, “Bisiklete binmek ister misin?” diye sormuştu. Çocuk için bisiklet, cezbedici, tarifsiz, büyük bir ‘mutluluk’ demekti.
*
Ev için gerekli ihtiyaçlar, annenin siparişleri alındıktan, çeşitli ödemeler yapıldıktan sonra girdikleri bisikletçi dükkânında çocuğa, “Hadi bin” dedi bıyıklarına ak düşmüş ihtiyar.
Daha önce hayalde dahi nasıl olduğunu bilmediği bisiklet üzerindeki çocuk, özgürlüğün ve ilk defa “kendisine ait” herhangi bir şeye sahip olmanın büyük mutluluğunu yaşadı. Köyüne döndüğünde kardeşlerini hangi sırayla bindireceğini, ağabeylerinden nasıl sakınacağını, özellikle de durumları kısmen daha iyi olan komşu çocuğuna nasıl caka satacağını düşündü.
Zihninde mutluluk ve gurur dolu hayaller uçuşurken, “Bu kadar yeter” dedi babası…
Anlayamadı.
Anlayamadığını anlayan babası, yoksulluğun getirdiği çaresizlikle tekrar etti:
“Hadi bakalım, dönüyoruz. Treni kaçırmayalım. Yoksa burada sabahlamak zorunda kalırız.”
Zincir yağıyla elleri kararmış, tırnak araları kirli bisikletçi emanet bisikleti çocuğun küçücük ellerinden çekerken, mutluluktan çalıntı zamanlar yerini derin bir sukutuhayale bıraktı.
*
Doğu’da böyleydi. Bu topraklarda yaşayan herkes, ‘Büyüklere söz söylemek değil, büyüklerin sözünü dinlemek gerektiğini’ bilirdi. Hayatında ilk defa şehir hayatını tecrübe eden, ilk defa bisiklet süren ve belki de bundan sonra bir daha bisiklete hiç binemeyecek olan çocuk, üzüntü içinde, fakat fakirliği ‘özümsemiş’ insanların olgunluğuyla köye döndü.
Babasının elleri bu defa soğuktu.
Çocuk, o yolculukta kendi kendine söz verdi:
“Bu hayattan kurtulacağım.”
*
Aradan geçen 19 yılın sonunda İstanbul’da hatırı sayılır bir şöhret ve statü sahibi oldu.
Çeyrek asır önce doğudaki bir kentte 25 lira karşılığında 15 dakika bisiklet süren çocuk, yıllar sonra batıdaki büyük şehirde oğluna daha 1,5 yaşında 3 tekerlekli bisiklet almıştı.
Hanımı, “Çocuk buna nasıl binsin?” deyince, “Bisikleti olması, mutsuz olmasından iyidir. Elbet bir gün biner” cevabını vermişti.
*
6 yıl sonra ilkokuldayken yeniden oğluna bisiklet alan babası, önce ortaokulda daha büyük ve sonunda lise yıllarında bir dağ bisikleti aldı. Bütün bu yıllar içinde babasının 4 bisiklet almasına rağmen; hiç kendisinin sürmediğini fark etmeyen ‘şehirli’ çocuk, kapanmayan yaraya dokunduğunu bilmeyerek, “Baba! Sen de bir tur binsene” dedi.
‘Bir tur binsene’ sözüyle önce yutkunan orta yaşlı adam, kırık bir mutluluk ile “Yo, yoo!” diye kaçamak bir geri çeviriş içinde reddetti bu teklifi… Sonra çocuğun ısrarına da dayanamayarak, 28 yıl öncesine dönerek, karmaşık duygular içinde bu defa sarsılarak, dengesini sağlayamayarak, birkaç metre gitti, gidemedi. Yıllar önce bastırdığı duygularının zihninin karanlık kıvrımlarından çıkmasını istemeyerek, beri taraftan gözlerinin de kızarmasına engel olamayarak, “Sana daha çok yakışıyor” dedi.
*
Ajanslara düşen dünkü haberde ise şöyle diyordu: “Bundan sonra kurulacak semtlerde, mahallelerde ‘bisiklet yolu’ mecburiyeti getirildi.”
Keşke, çocukluğunda bisiklete binmek nasip olmamış babaların hüznünü silecek bir yol da olsa…