Alman edebiyatı eleştirmeni, Walter Benjamin “Her şeyden önce hakikat ve sadakat evladım.” diyerek özetlemiş sevgiyi. Bende Kasım, tam olarak bu işte; hakikat ve sadakat.
Bu ayda tabiat, insana kendi gerçeğini hatırlatıyor; derli toplu olma tutkusunu. Bir yandan da renklerdeki keskinlik acaba der gibi. Hep bir sarsılış, hem bir umut yani Kasım. Ama önce samimiyet.
‘’Sonbahar gelmiş demek. Bu mevsimlerle nasıl ilgilenir insanlar? İçimin mevsimlerine de hiç uymaz şu tabiat. Onun için tabiat çocuğu olmadım, olamadım. Mevsimlere uyamadım diyor, Tehlikeli Oyunların yazarı, Oğuz Atay. Mevsimler bazı insanları hırpalıyor demek ki. Belki de ondan insan bir ay tutmalı kendine ve o ay da onu anlatmalı. Ben her ne kadar Kasımı seçsem de, Nisandan vazgeçemem. İkisi de ruhuma iyi geliyor. Tabii ki biraz da haziran.
Ayların huyuna mı yaklaşmak bu, yoksa huysuzluğu aylarla kapatmak mı? Yok. Bazı şairler, aylardan buket yapmayı severler. Adalet, merhamet ve onur ayların renklerine tutuşturulur. Kasım baştan ayağa onur demek bana göre. Yani asalet.
En küçük şeye minnet eden insanlarla dolu dünya. Yeter ki istediklerim olsun diyenlerin küçülmek, aşağılanmak umurlarında bile değil. Rahatlık, ihtişam, konfor uğruna bir insanın kendini harcaması, ne acınası bir durum!
Dünya hevesi için, içindeki insanlığı öldürenlerin ruhunda huzur yoktur. Düşünemezler ve seçemezler. Başkalarının verdiği kararda, sabitlenirler. Bunun nedeni azmin olmayışı. Kolay olanın seçilmesi hep. Ne çok arzulanıyor öyle zahmetsiz yaşamak! Yani onursuzluk.
Niye unutur ki insan, ‘eşrefi mahlûk’ olduğunu… Unutmamak bir yerde sorumluluk demektir. İnsanın kim olduğu, unutmama duygusunda gizlidir. O zaman vefasızlığa yer yok hayatımızda.
Kasım ayı, hafifçe üzerindeki elbiseyi çıkarıp, yere koyuyor. Her şey düşüyor gün içinde, gecede. Yaprak, çalı, çiçek birbirine manalı dokunuşlarla sarılıyor evet kasım ayı, yer halısı dokuyor. Ve bizler bu vefa dengesini adımlıyoruz sonbahar gelince…
Unuttuk değil mi inceden düşünmeyi! Tarih oysa bize Osmanlı, ruhunu emanet etti yani inceliği.
“Bizi yükselten, dinimize karşı duyduğumuz büyük aşktır.” diyen Sultan İkinci Abdülhamit, İstanbul ile Hicaz’ı bağlayacak demiryolu projesinde, Hz. Peygamberimizin (sas) ruhaniyeti rahatsız olmasın diye raylara keçe döşetecek kadar zarif bir hükümdardır.
Hakikat aşığı olmak, ruh inceliğini gerektirir. Osmanlı bu incelikle ayakta kaldı ve dünyaya adını duyurdu. Osmanlı’nın ana gayesi İslam inceliği ile dünya sokaklarını süslemekti.
“Yokdurur zulme rızamız adle bir mailleriz
Gözleriz Hakk’ın rızasını emrine kailleriz” demiş 3. Mehmet Han.
Adaleti önemseyen ve yaşayan Osmanlı torunlarının da rehberi; adalet, incelik ve zarafet olmalı.
Sonbahar insana kim olduğunu hatırlatıyor. Rüzgâr, yağmur ve renkler bizi unuttuğumuz ya da unutur gibi olduğumuz her şeye yolculuk yaptırıyor. Zamanla arasında özel bağ olanlar, ayların ve mevsimlerin dilinden anlar. Betonların dünyası bize düşünmeyi, bakmayı ve anlamayı unutturdu. Evet, zaman kavramını da iyi kullanamıyoruz çünkü dijital çağa esir olduk. Bundan ayların dokusunu hissetmeye ihtiyacımız var.
Eski çağ, kokuya, ağaçlara göre takvim hazırlıyordu. Navajo mitolojisinde, ilk insanın takvimi anlatılır. Kuma mevsimleri gösteren şema çizip, yaz-kış diye ayırmış. Sonra da batının kasım dediği aya, “hafif rüzgâr” adını vermiş. Gerçekten öyle midir kasım. Sanmam. Gürültü ve sükûnet ayna anda olur Kasımda. Biraz da kararlılık.
Bugünü penceresine şöyle sesleniyor Ahmet Hamdi Tanpınar: “Başka mevsimlerde belki biz şair oluruz, fakat sonbahar, kendisi şairdir.” Kalbinize emanetseniz…