Zamanda biraz yolculuk yapalım…

‘Sanat’ ve ‘mizah’ şemsiyesi altında yapılan hafızalarda kalan ilk saygısızlık, yıllar öncesine uzanıyor. Hz. Peygamberimizin (haşa) ‘terörist’ olarak resmedildiği çirkin karikatürler Danimarka’nın Jyllands-Posten gazetesinde 30 Eylül 2005’te yayımlanmıştı. Karikatürler önce bir Norveç gazetesinde yayımladı. Bir yıl sonra da Fransa’nın France Soir ve Almanya’nın DieWelt gazeteleri Danimarka ve Norveç basınına destek için bu karikatürlere yer verdiler.

Bahsi geçen karikatüristlerin “hicvetme” aşkı durdurulamaz hale gelince Danimarka ve Norveç’e karşı protestolar yapılmış ticari boykot uygulanmıştı. İslam ülkelerinin birçoğu Danimarka’daki elçilerini geri çekmişti. Buna rağmen iddialarından geri durmamışlardı. Bu katmerli ısrarların ardında faillerin ağzına alıp çiğnediği “düşünce ve basın özgürlüğü” oldu.

Protesto sadece İslam dünyasından değil bazı Avrupa ülkelerinden de geldi. Mesela dönemin “sıra dışı diplomatı” olarak anılan İsveç İstanbul Başkonsolosu Ingmar Karlsson: Karikatürlerin tiksindirici olduğunu söyleyerek şu dikkat çekici tespitte bulunmuştu: “Aptalların bile bir şekilde görüşlerini ifade etme hakları vardır. Bizim sistemimizde sansür yok. Ama bazen de çizme aşılabiliyor. Eğer bu karikatürlerde Yahudiler konu alınsaydı, eminim ki bazı kişiler bu konuyu mahkemeye taşırdı. Irkçı, nefret oluşturma unsuru taşıdığını öne sürerlerdi.“

Bu “antisemitist” vurgusu bir kenarda dursun…

Gelelim Charlie Hebdo’ya… Malumunuz duran ve hareket eden ne varsa alaya alan dergi yıllardır peygamberimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) hakaret eden karikatürler yayımladı.

Onlar “özgürlük” aşkını bir adım öteye taşıyarak “Hristiyanların kutsalları ile dalga geçtiğimizde onlar Müslümanlar gibi tepki göstermiyorlar. Müslümanlara da Hristiyanlara öğrettiğimiz gibi tepki göstermemeyi öğreteceğiz” açıklamasını yaptılar. Yani ne yapıyorlarsa bir “had bildirme hadsizliği” içinde yapıyorlar. Yine günlerce süren protestolar, saldırılar, geri adım atmamalar vs.

MÜSLÜMAN MAHALLESİNDE SALYANGOZ SATMAK

Konu aynı sadece özneler farklı. Yine buyurgan bir tavır, yine kutsiyeti aşağılama, mukaddes olana dil uzatma var. Diğerlerinde olduğu gibi burada da yine bir nefret suçu işleniyor. Ancak bir farkla! Bu olay Türkiye’de oluyor!

Mizah dergisi Gırgır, son kapağında Peygamber Hazret-i Musa’nın asasıyla Kızıldeniz’i ikiye yarmasını ti’ye alan karikatürüyle karşımıza arzı endam ediyordu bu kez. Elbette yine tepkiler çığ gibi… Bilhassa Türkiye’deki Yahudi toplulukları tarafından kınandı. Ancak burada diğerlerinden farklı olarak hadiseyi köpürtmek, “ifade ve basın özgürlüğü” söylemleri yerine,özür beyanları, günah çıkarma gibi suçluluk psikolojisine bürünüldü. Dergiye akut bir şekilde müdahale edildi ve defteri dürüldü, bir kararla kapatıldı. Filanca nedenle kapatılan falanca mizah dergisinin yayıncı şirketin avukatı sebep olan çizer ve çalışanlar için Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunacağını beyan etti.

İstemdışı aklıma hemen İsveç İstanbul Başkonsolosu Ingmar Karlsson’un Danimarka’daki karikatür krizi sonrası yaptığı açıklama geldi…

Gelelim asıl karikatüre…

Malum derginin Twitter hesabından yaptığı açıklama “mizahın hası” dedirten cinstendi

“Yorgunluk ve uykusuzluk nedeniyle basım öncesi fark edilmeyen bu ‘berbat’ karikatür nedeniyle incitmiş olduğumuz herkesten özür dileriz”

İşte belki de o güne kadar sayısız hakaret içeren çizgi yayınlamasına rağmen tüm şımarıklıklarıyla yoluna devam eden bir mizah dergisi tarihte ilk kez baltayı taşa vurmuştu.

Bunların toplamından anlamamız gereken:

1- Kutsiyetlerin mizah malzemesi haline getirilemeyeceği,

2- Mukaddesatların özgürlük, mizah, sanat gibi kavramların üstünde olduğu gerçeği,

3- “Ava giderken av olma” gibi mizah yaparken mizah olma gerçeğinin göz ardı edilemeyeceği,

4- İnanç ve ifade özgürlüğünün sadece tek bir zümreye ait olmayacağı…

Son sözü dünyaca ünlü Kanadalı çizer Anita Kunz’a bırakalım…

“Düşünce özgürlüğü de sınırsız değildir. Eğer benim çizdiğim bir çizimden dolayı birilerinin canı acıyacaksa orada ben yokum.”