Yaptığım iş dolayısıyla neredeyse toplumun her kesimi ile bir araya gelme şansım oluyor.

Bebek, çocuk, genç, orta yaş; ömrünün son demlerini / nekahat dönemi yaşayanlar…

Malumunuz, bu günlerde özellikle seçilme yaşının 18’e indirilmesi gündemde. Olur mu?, olmaz mı? diye tartışıla dursun…

Gelelim meselenin kenarında dolanmak yerine işin özüne,

Yani siyaset devşirmeyi değil, gençleri ihtiva eden asıl meseleye…

Günümüz gençliğinin işi kolay gibi görünse de aslında bir hayli zor.

Altın tepsiyle sunulan bir dizi imkânların bizzat ailesi ve içinde bulunduğu toplumu tarafından boca edildiği halde,

Verdiğimiz eğitim sorgulayıcı, düşündüren değil; ezberci, yetenekleri daha keşfedemeden eriten bir sistemde,

Medyadaki yayın politikamızı bir türlü pedogojik kıstaslara ve medeniyet tasavvurumuza uyduramadığımız halde,

Sosyal Medya gibi sanal kimlikler türeten, kavga kültürünü/dilini meşrulaştıran bir zeminde,

Kültür ve sanatın giderek çelimsizleştiği bir ortamda genç olmak…

Çoğu zaman biz bile bununla başa çıkamazken,

Gençler kimseye yaranamıyor.

Tutturmuşuz ideal gençlik profili ki o genellikle geçmişe aittir ve nostaljik bir şarkı gibi mırıldanılır, habire çalınıp söylenir.

Belirtmek gerek, o bahsederken iç çektiğimiz “gençlik kimliği” günümüzde olduğu gibi kendinden önceki nesiller tarafından da eleştirilen bir profildi.

Hani o, göz ucuyla bakılan “zamane” diye küçümsenen gençlik, beğenin veya beğenmeyin kendine yeni ifade biçimleri ve yeni rol modeller edinerek, yol haritaları çıkarmaya başladı.

Bu doku farklılığı eski kuşaklar tarafından pek de kabul görmediği aşikâr. Zira gelenekçiler yeniyi, gelecekçi güruh ise eski olanı ketliyor. Oysa bu ikisini meç etmeden ortaya kuşatıcı bir düşünce biçimi çıkartmak pek mümkün değil.

Misal, gençleri biteviye “teknoloji bağımlısı varlıklar” tanımlamasına sıkıştıran, oysa daha kendi ergenliğini tamamlayamamış yetişkinler var aramızda.

Bu tip münakaşaların kimseye zerre miskal faydası yok, aksine anlamaktan yoksun antipatik “rol modeller” ortaya çıkıyor.

Gençlerin psikolojik durumu ve ruh hali de en az kimlikleri kadar tartışılıyor, hunharca eleştiriliyor. Ne var ki ahvali üzerine pek de durulmuyor.

Günümüzde bulaşıcı hastalık gibi hızla yayılan tavır şekli mevcut. O da çözüm üretmeden, çıkış yolu sunma zahmetine girmeden, “Debbağ sevdiği deriyi yerden yere vurur” ondan mıdır bilinmez, kişilerin yetersiz, niteliksiz görülerek alaşağı edilmesi.

Müşkülpesent bir yetişkin grubu, sürekli mesnetsiz yakıştırmalar yapıp, gençlere nasıl olması gerektiğini söylüyor, yine ne var ki metot üreten yok.

İyi de bu nesil mantar gibi bir gecede mi oluştu?

Sanki gökten zembille mi indi, uzaydan birileri mi geldi koydu aramıza?

Hepimizin sorumluluğu / parmağı var bu şekilde olunmasında.

Oysa merhum Mehmet Akif’in “Asım’ın Nesli” idealinin günümüze sekronize edilmesi ve yeni temaların eklenmesi gerekiyor.

Benim gördüğüm, gençlerde ciddi bir potansiyel söz konusu.

Bir “mucit” potansiyeli var gençlerde.

Bir defa çok zekiler, algıları açık ve cesurlar.

“Bilim” insanı olma kapasitesi mevcut.

Mesele aynı zamanda nasıl “ilim” insanı olacakları?

Bu da ancak var olan potansiyelin doğru disiplinize ve kanalize edilmesiyle mümkün olur.

En önemli sıkıntıları yeteri kadar kitap okumamak. Ama bu sadece onların sorunu değil.

Değil mi ki her yaştan insanın oynayacağı renkli oyuncaklar çağındayız.

Çevremde gördüğüm, şimdiki ila önceki kuşaklar arasında yeteri kadar güçlü bir bağ kurulamaması. Psikolojik safların sıklaştırılması gerekiyor. En başta doğru iletişim kurmak şart.

Medyada gördüğüm, birkaç değerli isim dışında “gelecek nesle” kafa yoran kimse yok.

Tam da bunun gençlere yapılan haksızlık olduğunu düşünüyordum ki…

Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez, bir konuşmasında gençlere yönelik açıklama yapmış.

Gençlerle bir araya geldiğini ve onların dertlerini dinlediğini dile getirmiş.

Son derece birleştirici ve bütünleştirici bir dil kullanıyor ve diyor ki:

“Daha önce ‘Gençliğin küpesiyle, dövmesiyle uğraşmayın’ demiştim. Ben bunu demeye devam edeceğim arkadaşlar. Şekle takılmayın, öze ve ruha yönelin, kalbe girin. Allah’ın mubah kıldığı alanları daraltmayın. Allah’ın yasak kıldıklarını ortadan kaldırmak için uğraşın. Gençleri yargılamayın, yargılayıcı bir dil kullanmayın. Özel hayatına müdahil olmayın. Küpesine, dövmesine saçına, sakalına kıyafetine kotuna botuna asla müdahil olmayın. Bilakis ruhuna kalbine hitap edin.”

Bu cümleleri okuyunca iki saniye güzelleşti her şey. İşte bu dedim içimden, tam da bu. Dönüşüm içeriden başlar çünkü…

İvedilikle tekfir kültürü yerine, kuşatıcı, benimseyici ve yol gösterici üsluba ihtiyaç var.

Sana benzemese de sahip çık, benzemek zorunda olmadığını kavra…

Zira eğer yol yapamıyorsan,

Yol gösteremiyorsan,

O zaman sana o yoldan çekilmek düşer.