Tarihin ne olduğuna ya da ne olmadığına dönük çok fazlaca tanımlamalar yapılır.

Elbette buradan bunları sıralayacak değilim.

Sadece bu tanımların bazılarına değinerek güncel meselelerin anlatımına katkı yapmalarını hatta mümkünse çözümünde de işe yarayıp yaramayacaklarını vurgulamaya gayret etmek isterim.

Görünen odur ki 1915'te yaşananları kendi lehlerine çevirmek üzere tarihe farklı şeyler söyletmek isteyenler var.

Peki, bunu yapabilirler mi?

Freud'un ifadesiyle "Tarih bir çocuğun harf kutusu gibidir. Ne istiyorsanız onu yazabilirsiniz."

Evet, gerçekten de tarihin gardırobunda herkese uygun kıyafet de vardır.

Eğer niyeti bozduysanız ve ilmin ahlakını da bir kenara attıysanız; tarih sizin için her şeyi yazabilir.

Evet, bu yönüyle tarih, aslında herkese istediğini söylettirebilecek bir bilgi kaynağına sahip.

Fakat bilinmelidir ki hakikatin takipçileri de iş başında ve yalanların peşindedirler.

Referans gösterdiğiniz bilgiler kimin bilgileri ya da kimin belgeleridir?

İddialar kimin prizmasından yansıyan bilgilerle desteklenmiş?

Tezler ne kadar objektiflik yansıtıyor?

Tüm bu soruların ışığında bir mukayese ile Ermenilerin ortaya koyduğu gerekçelerde ya da çalışmalarda Türkiye'nin gerçeklerini, arşiv belgelerini ya da Türkiye'de yapılmış bilimsel çalışmaların referans verilme oranlarını da analiz etmek gerekir.

Elbette tarihsel veriler, tehcir anında yaşanan önemli acılara da işaret ederler.

Fakat bu acıların Türkleri de içerisine aldığını, aynı yoklukların onları da ızdıraba sevk ettiğini görmezden gelenler, çok yanlı ve insaftan uzak hale bürünürler.

Yine tehcirle ilgili Osmanlı’yı suçlayanlar, Berlin Antlaşması'nın 61. maddesini etkin kılmak ve uluslararası güçler tarafından Osmanlı'nın topraklarında güvensizlik gerekçesiyle bazı bölgeleri işgale hazırlamak üzere Ermeni fedailerinin çıkardığı olayları görmezden gelemezler.

Aynı şekilde 1876’da çıkarılan sıkıyönetim kanunu, -ortada Ermeni meselesinin böyle bir emaresinin olmadığı dönem- isyan ve huzursuzluk çıkaracakların başka yerlere gönderileceğini yazar.

Kaldı ki bu Osmanlı’nın ezeli iskân politikasından da soyutlanamaz.

Bu, olumlu konular için de başvurulan bir yöntemdir.

Her Osmanlı tebaası bu gerçeği bilir; daha doğrusu bilmek zorundadır.  

Ermeni çetelerini silahlandıranların kimler olduğu da mutlaka kayıtlarda mevcuttur ve tabii ele geçirilen silahların fotoğraflı kayıtları da bunu ortaya koyar.

Bir savaş ortamında varlık ya da yokluk mücadelesi veren bir devletin güvenlik kaygılarıyla üstelik savaştığı bir ülkenin sınırında olup biten çete faaliyetlerine duyarsız kalması elbette beklenemezdi.

Birileri alınan tedbirin yöntemini sorgulayabilir fakat asla “tedbir alınmamalıydı” diyemez.

Hiçbir devlet, böyle bir isyana duyarsız kalamazdı.

Tarihe kendi inandıklarını söyletmeye çalışanlara, 1944'te Kırım Tatarlarını Almanlarla iş birliği yaptığı gerekçesiyle sürgüne göndermesini hatırlatmak gerekir.

Tarihe hakikatler söyletilmeli.

Fakat bugün bazı devletlerin Türkiye'ye karşı yapmak istediği, daha çok Nietzsche'nin tarih anlayışında kendisini gösteren "Yaşayanlar için değil de ölmüşler için tarih yapmak" anlayışıdır.

Tarihi bir ibret vesikası olarak görmek ve "ölmüşlerimize, dirilerimizi yeniden öldürtmemek" için herkesin tarih şuurunu yeniden gözden geçirmesi gerekir.

Tarih, kim için ve kimin prizmasından yansıtılarak ne söyleyecek?

Tarihe yanlı ve yanlış şeyler söyletmeye çalışanlar bilmelidirler ki aynı tarih, kendileri için de aynı ihanete teşnedir.

Osmanlı’nın tehcirde, “muzır” olsalar da kendi tebaası olan Ermenilere nasıl davrandığını görmek isteyenler, Azerbaycanlı kardeşlerimizin Karabağ’dan gönderdiği Ermenilere nasıl davrandığına iyi baksınlar.

Bu ruh, o gün ki ruhtur ve temelinde insan hayatı vardır.

Osmanlı, Ermenileri gittiği yerde de yalnız bırakmamak için kanunlar çıkarmıştır.

İmkânı olmayanlara ev yapılmasını, kurulacak yerleşim yerlerinin tarıma ve şehirleşmeye müsait olması gerektiğini ve her türlü desteğin verilmesini emreden kanunları, arşivlerimizde görmek mümkündür.

Tabii niyetler halis ise…

Karabağ Azerbaycan’dır. Kutluyorum bu muazzam başarıyı ve kardeşliği…