“Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair” 6284 sayılı kanun ile kadına şiddet vakalarında “delil olmaksızın kadının beyanı yeterli” sayıldı. Bu kanun aileyi yıkmaya, yuvayı dağıtmaya ve kocayı haksız yere evden uzaklaştırmaya sebebiyet vereceği için eleştirilmişti. Avusturalya’da yaşanan bir olay bu endişelerin ne kadar haklı olduğunu hepimize gösterdi. Asmae Khan, kocası Faisal’a şantaj yapmak için tek başına bindiği asansörde kendine uyguladığı şiddet sonucunda yüzünde oluşan morluklar üzerinden doktor raporu aldı. Ama asansördeki görüntülerin ortaya çıkmasıyla kadının intikam planı suya düştü.
Medyamız da aileleri dağıtmak için üzerine düşen sorumluluğu(!) yerine getirmekten geri durmuyor. Gayr-i meşru ilişkileri cilalayarak gözümüzün içine sokan dizileri ve evliliklerin içini boşaltan televizyon programlarıyla dört koldan aileleri kuşatıyor, boşanma oranlarını hiç olmadığı kadar arttırıyor. ATV’de yayınlanan “Müge Anlı ile Tatlı Sert” programında yaşanan olay bunların üstüne tüy dikti. Evli olduğu sırada başka bir erkekle birlikte olan ve çocuğunun o adamdan olduğunu söyleyen kadının iddiasını doğrulamak üzere DNA testi yaptırılıyor. Sonuç ise kahkahalar ve alkışlar eşliğinde canlı yayında Müge Anlı tarafından açıklanıyor. Stüdyoda bulunan eski koca, 4 yaşındaki çocuğun kendi oğlu olmadığını duyduğunda boşandığı karısına saldırıyor. Aile mahremiyetini hiçe sayan, 4 yaşındaki çocuğun haysiyetini ayaklar altına alan, kadını ve erkeği metalaştıran bu rezalet milyonların gözleri önünde yaşanıyor.
Örfümüzü, geleneğimizi, dinimizi hiçe sayan sadece Batı normlarını esas alan kanunlar; her türlü değerimizi reytingler adına ayaklar altına alan televizyon dizileri ve programlarıyla kadını koruyamaz, aileyi ayakta tutamaz, çocuğu huzur içinde yaşatamazsınız.
Nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuz gelin bir de rakamlar üzerinden görelim. Türkiye’de 2017 yılında evlenen çift sayısı 569 bin 459, boşanan çift sayısı ise 128 bin 411. Yani her beş evli çiftten biri boşanıyor!
Sayın Erdoğan, başbakan olduğu günden başkanlığına kadar katıldığı her nikah töreninde evli çiftlere en az 3 üç çocuk yapmalarını laf olsun diye söylemiyor. Yaşlı nüfusu gençlerden çok olan hiçbir ülkenin geleceğinin olmadığını bugünden görüyor. Bunu başarmanın yegâne yolu ise evlilikleri özendirmek, aileleri tahkim etmektir.
Kadına yönelik şiddetin elbette karşısındayız. Kangren haline gelen evliliklerde boşanmanın kaçınılmaz olduğunun da farkındayız. Ama yıkılan ailelerin altında en çok kadınlar kalıyor. Suiistimalin ve şiddetin önüne geçen, aileyi koruyan kanunlarımızı “cinsiyeti” değil, “insanı” merkeze alarak yapmalıyız. En ufak bir anlaşmazlıkta boşanma avukatlarına koşanlar değil, evliliğin sorumluluğunu, çocukların geleceğini düşünen ebeveynlerden olmalıyız. Aileyi ayakta tutamayan hiçbir milletin ne saadeti ne geleceği olur.