Türkiye Büyük Millet Meclisi, 11 Kasım 2011’de tarihinde nadir görülen uzlaşmalarından birisine sahne oldu.

O gün İstanbul Sözleşmesi veyahut bildiğimiz adıyla Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi oylandı.

“Türkiye’nin bunu kabul etmesinin Avrupa Konseyi üzerinde olumlu bir netice vereceği” ve “Kadının özne olduğu her konuda Meclis birlikte hareket etmeli” ve “Sözleşme üzerinde sağlanan görüş birliğinden memnuniyetduyduk” türünden konuşmalar eşliğinde, İstanbul Sözleşmesi AK Parti, CHP, MHP ve HDP vekillerin olur ve onayıyla 246 kabul ve (0) sıfır ret oyuyla Meclis’ten geçti.

Ve böylece, TBMM’nin onayıyla iç hukukun parçası haline gelen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi namı diğer İstanbul Sözleşmesiyle LGBT’nin LBT’si ‘Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele’ kapsamına girdi.

Kadına karşı şiddetle sadece kamusal alanda değil özel alanda da mücadelenin şart olduğu ortak kanaati İstanbul Sözleşmesiyle Türkiye’de ilk kez yaptırım gücü kazandı.

Türkiye’nin bu tür sözleşmelere bağlılığı Anayasa’nın 90. maddesinde saklıdır:

“Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak antlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.”

Şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere;

Sözleşme’nin 3. Maddesinin İngilizce metninde yer alan ‘gender identity’ yani ‘cinsiyet kimliği’ ifadesi her ne kadar ‘bizimkiler’ tarafından ‘cinsel kimlik’ olarak değiştirilmiş olsa bile, sözleşmenin içine ‘erkek transseksüel’ hakları da girmektedir.

Çünkü dil tashihlerinden meydana gelebilecek anlaşmazlıklarda imza atılan orijinal metindeki anlam ve ifadeler geçerli kabul edilmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ‘cinsel kimlik’ değil ‘gender identity’‘cinsiyet kimliği’ kavramına hem içeride hem de dışarıda hukuken bağlıdır.

Kadınları şiddetten korurken LGBT haklarında da cinsiyet kimliği temelli ayrımcılık yapmayacağı konusunda taahhütte bulunulmuştur.

Nitekim Moskova’da yasak olan ‘LGBTİ + Onur Yürüyüşü’ İstanbul’da bu hukuki zeminde tertip edilmektedir.

Zaten Kasım 2011’den bu yana, Türkiye’de LBT kadınları şiddete karşı devlet koruması altındadır ve mahkemeler LBT kadınları yararına koruma kararı vermektedirler.

İstanbul Sözleşmesi yani Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi dayanak gösterilerek İstanbul, Ankara, İzmir ve Samsun Barolarında LGBTİ+ (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, Interseks, Artı) Hakları Komisyonu kurulmuştur.

Bu yazının ana fikri şu sorunun cevabında saklı:

Bugünkü tartışmaların ve sosyal erozyonların sebebi, Meclisimizin ilmini ve fennini alamadığımız Batı’nın ahlakını alma hususunda sergilediği oy birliği ve ortaya koyduğu uzlaşma değil midir?