Ne çok zulüm var şu dünyada…
Elem kokuyor her yanımız.
Her yanımız bir başka ızdırabın cenderesinden geçiyor.
Acı bizi hiçbir zaman terk etmeyecekmiş gibi görünüyor.
Ve terk etmiyor.
İstesek de istemesek de acı damarlarımızda dolaşıyor.
“Acı eğitimdir” diye bir söz var, aklım hep oraya takılıyor.
Bunca felaketin arasında yaşadığımız acının bize öğrettiği nedir o zaman?
Hadi hep birlikte cevap verelim bu soruya.
Arakan’da ekmeğe kan doğrayan anaların, Filistin’de tutsak yavruların, Moro’da evlatları için gözyaşı döken babaların ve daha nice mazlum coğrafyaların yaşadığı acıların anlattığı nedir?
Karnı büyük dünyanın yıkılırsa bir gün, merhametsizlikten yıkılacağıdır belki.
Uyuşmadan yaşamak gerek.
Birileri yaşıyor diye o acıları, bize dokunmayacağını düşünme illetinden uzak durmak gerek.
Mesuliyetin kıvılcımı yakar insanlık tarlalarımızı yoksa.
Kan ve gözyaşı ekilen topraklarda yeşeren acının hasadına durur iyilerin ve iyiliklerin cellâdı olmaya hazır dünya.
İşe o zaman ah vah etmek hiçbir işe yaramaz olur.
Acı gelir seni de bulur.
“Ellerimden hiçbir şey gelmiyor ki…” diyen dilin, görüp de ağlamayan gözlerin, hiç değilse hüzünlenmeyen kalbin karşısına dikilir acı.
“Ben ne yaptım?” demeye kalmadan “beni koynunda büyüttün” der ona acı.
“Haberin yok mu?”
“Onlarca gazete, televizyon, ajans, internet haber sitesi hakkımda binlerce haber yaptı görmedin mi?” der sonra.
Evet, acı paylaşıldıkça azalır, küçülür, yok olur. Gözlerimizi kapatırsak hep birlikte acıyı büyütür, zalime yol veririz sadece.
Kulaklarımızı tıkarsak canhıraş çığlıkları duymaz sanırız ruhumuz. Fakat vicdan terazisi er ya da geç eğriyi doğruyu getirir koyar önümüze.
Şimdi bakın bu fotoğrafa ki, yaşadığımız çağın karanlıkları içinden bir süreyya yıldızı gibi parlayan Arakanlı Müslüman gencin kalbine, merhametine ve vefasına birlikte şahit olalım.
Yıl: 2017… Yer: Myanmar
Malum… Günlerdir evleri yakılıp yıkılan ve yaşadıkları bölgeleri can havliyle terk etmek zorunda kalan Arakanlı Müslümanlar bir ölüm yolculuğuna çıkıyor.
Myanmar Ordusu ve Budist çetelerin açtığı iki ateş arasındaki bu yolculukta dağları aşıp nehirleri geçmeleri gerekiyor.
Durum böyleyken her şeyi göze alarak yaşlı anne ve babasını sırtında taşırken ölümle burun buruna gelme pahasına yola koyulan Arakanlı bu genç, sessiz çığlığıyla bütün insanlığa en büyük insanlık dersini verdi.
Omzunda taşıdığı boyunduruğun iki ucuna asılı sepetlerde yaşlılıktan yürüyecek mecali kendinde bulamayan anne ve babası var.
Birini diğerine tercih etmemek var.
Can derdine düşüp onları yüz üstü bırakmamak var.
Birileri ona cehennemi yaşatmak istese de yalın ayak çıktığı yolda -kim bilir- iki cihan saadeti var.
Mazlumların canına kast eden “süper” güçlerin bataklığa döndürdüğü dünyanın -kaldıysa bir zerre- feraset ve izanına farkında olmadan sunduğu bir başka hayat algısı var.
“İnsanı yaşatmak…”