Hüznü dert kuyusu olarak görenler, hüznün içindeki sırra yabancı olanlardır. Hüzün yorgunluğunda dinlenmek; onurlu, dik bir duruş demektir.

‘’Hüzün geldi başköşeye kuruldu/ Yoruldu yüreğim yoruldu.’’  Diyen Bedri Rahmi Eyüboğlu nun dizeleri, bizi güzel özetlemiş…

     İnsanın arayışa yaptığı yolculuk hiç bitmez, bitmeyecek de. İstekler, hedefler ve idealler gerçekleştiğinde, tamamlanacağını sanırsın ama nafile.  Elde ettiğimiz hiçbir şey,  arayış türküsünü dindiremez. Kalbim yetişemiyor o şeyin eksikliğine diye kendimiz ile dertleşmeye başladığımızda,  arayışın hüzün adlı hazine olduğunu fark ederiz…

‘’Ben hüzünlerin birincisiyim. Hüzün demek, insan demektir bende. Sol yanım da acıya işaretli.’’

Dedikodunun, fitnenin, egoistliğin sağanak misali üzerimize yağdığı bir atmosferde, böylesine muazzam bir aşk makamında yaşamak, ancak hüzünle kurulan rabıta sayesinde olur.

İyilik, kötülük olarak geri döndüğünde,  menfaatlerde, ihanetlerde, kaybedişte; sana, bana kalan bir sabır vardır, ucu aşka dayanan. Yenildikçe, sevgili kalbinden tutar. Burası da huzurdur. Dünyanın en tatlı duygusu!   Hiçbir şeyin gücü yetmez kalp huzurunu sarsmaya. Çünkü Orada yaraları saran Rabbimiz vardır.  Tercih edilen güce sığınış hazzı başkadır…

Hüzünlendikçe gökyüzüne açılan beyazlığa koşarsın, yani sen olmaya. Kendini, kendine sorarsın defalarca.  Ve hüznü anlamaya başladığında,  ‘hiçliği –de’ anlamış olursun…

Şair Didem Madak ‘’Hüzün neydi sanki o zaman /Artık kullanılmayan dikiş makinası annemden kalma.’’ Diyor ya!  Oradaki  hüzün, özlemdir işte.Arayış melodisi  de özlem. Yani Bütün kapılar özleme açılıyor; insanoğlunun tek hakikatine.

Ait olduğumuz yere duyduğumuz hasreti,  yüzümüze çarpan nefesimizden dahi sakladığımızı sanırız.  Bu yanılgıya şahit olmak, arayışı bir nebze olgunlaştırır. Hüzün ile yarayı dikmekmiş aşk dediğimizde, kalbe dokunuş başlar. Ve kalbim, tanış ol benimle diye sesleniriz sevgiliye!

Âdem ve Havva özlem mektubunu başlatıp, gittiler. Onlardan geriye kalan hüznü paylaşıyoruz şimdi.  O ilk besteyi,  değişik versiyonlarda besteleme çabamız da aşk.

Yaşam adlı hikâyeye doğuşumuz bir nevi ayrılık ibadeti gibidir.  Kimisi özlem huşusunda, kimisi de arayışı tekâmüle erdirmeden silinir bu hikâyeden. Ayrılırken ya doğruluk meşalesi bırakırlar,  ya da isyan külleri.

Hüznün şairi Mehmet Akif Ersoy un payına, vatan özlemi düşmüştür…

‘’ Ben böyle bakıp durmayacaktım, dilim bağlı / İslam’ı uyandırmak için haykıracaktım. / Gür hisli, gür imanlı beyinler, coşar ancak/ Ben zaten uzun boylu düşünmekten uzaktım.’’  Bir şairin vatandan ayrı kalması, hüzün fırtınasıdır.  Hasret adlı sessizlikte kavrulursun. Kimsesizliğin içidir bu!

Akif, hüzne meftun bir şair olarak gözlerini kapamıştır dünyaya. Ne acı bir hadise! Bir o kadar da dehşet verici.

Hüznün zırhı, yalnızlıktır.  Oğuz Atay,  ‘’ Yalnız insanların kendi içinde başlayıp biten eğlenceleri vardır.’’ Dediği yer ile evet, tam da bu akışın içinde, hüzün ile anlaşma yapar insan.   Hüznü sevmek,  acılardan bir parantez açmaktır kalplere.

Hiç tanımadığın, yüzünü hiç görmediğin biri ile habersiz hüzün durağında birleşirsin. Ortak acılar, insanca yaşayanların adresidir.  Adaletsizliğin, bencilliğin, konfor hastalığının kalp inceliğini sildiği bu çağda, bizi çağıran hüznün sesini duyabiliyorsak ne mutlu bize.

Bazen çocukluğumda, hüzün misafirliğine çıkardım. Belli yerlerde oynama, gezme yasağını çiğneyerek ara mahallede tanımış olduğum Ömer dedenin teneke evinin kapısını çaldığımda o kadar mutlu olurdu ki, yüzündeki o ifadeyi hiç unutamam. Ateş ocağının küllerinde pişirdiği patatesleri, ikram ederdi. Hüzün tadında huzuru hissetmek, yaşama gücünü kuvvetlendirir. Yalnızlık hikâyesini kısa bir süreliğine sona erdirmenin de mutluluğu bende başka olurdu.

Bizim sevincimizde de hüzün vardır. En mutlu anımızda da, gözyaşlarımız akar bazen. Hüzün, şükrü hatırlatır çünkü. Bir anne üç gün görmediği evladına sarılırken ağlar. Özlem ve merhamet hüznün kanatlarıdır. En güzel türkülerimizin de acıklı, hüzünlü hikâyeleri vardır. Yaşadığı aşkı asilce saklayan, güzel yürekli şair Abdürrahim Karakoç’un, ‘’Mihriban Türküsü’’ de hüzün çığlığıdır.

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Pablo Neruda:  Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim / şöyle diyebilirim: gece yıldızla dolu/ ve yıldızlar, masmavi titreşiyor uzakta.’’  Kalbinize emanetsiniz…