Öncelikle haddimizi bileceğiz, biz Türkiye’yiz; küçük düşünmeliyiz! Öyle Lozan’dan beri kendi mülkümüz olmasına rağmen bir kuruş para alamadığımız İstanbul Boğazı’nı, Kanal İstanbul’la Türkiye için bir kazanç kapısına çevirmeye çalışmakmış, falanmış filanmış bu hayallerden vazgeçmeliyiz. Yeni projelerde yapmamalıyız, üçüncü havalimanı mesela, ne gereksiz şey, Berlin’de yapılıyor bir tane. (gerçi erteleyip duruyorlar, bir türlü içinden çıkamadılar ama olsun; bitince gerekirse onu kullanırız)

Şu toplantılardaki duruşumuza, oturuşumuza, konuşmalarımıza da dikkat etmeliyiz bence. Davos zaten bir hezimetti, sen kim oluyorsun da ABD’ye sırtını dayamış, zenginler ülkesi İsrail’in Cumhurbaşkanına tüm dünyanın gözü önünde, hem de kendi ülkenin toprakları dışında olan bir yer için “katil” diyorsun! Bu ülke Erdoğan gelene kadar, bölgesindeki hiçbir karışıklığa ses etmemiş ve dış politikası da çok iyi gitmiş bir ülkeydi, Erdoğan kurulu düzeni bozdu!

Ayak ayaküstüne atmaları, vücut diliyle “sen üstün değilsin, Türkiye büyük bir ülke ve size kendini ezdirtmeyecek” demeyi de bırakalım artık. Biz diğer ülke liderlerinin bizim Başbakanımız, Cumhurbaşkanımız karşısında yarım lob kanepeye oturup, bizimkinin de el pençe divan karşısında durduğu günleri özledik.

Eğer Türkiye başının ağrımasını istemiyorsa, bölgedeki karışıklıklarda hemen tepki vermemeli. Mesela Katar krizi, önce bir durmalı nere daha kalabalık, kimden daha çok para koparırız, kimin tarafını seçersek abilerimizi sevindiririz diye düşünmeli, öyle karar vermeli. Suriye’de, Irak’ta söz sahibi olmaya da çalışmamalı ayrıca. Büyük abilerimizin ellerine aldıkları cetvellerle çizdikleri sınırları olduğu gibi kabul etmeliyiz. “Şurası öyle değil, böyle olacak dersen” işte o zaman dış politikada asrın hatasını yaparsın.

Savaş sanayii konusu da bence dış politikada attığımız yanlış adımlardan birisi. Som Füzesi, Tanksavar Füze Sistemi, Atak Helikopteri, Bora-12, Fırtına Obüsü, Altay Milli Tankı, MİLGEM, ANKA İnsansız Hava Aracı ve daha nice üretilen ve projesi yapılan sanayi ürünlerinin çalışmasına bir an evvel son verilmeli. Bu ülke 80 yıl boyunca dikiş iğnesi bile üretmemiş ve sen şimdi çıkıyorsun tank üretiyorsun, kendi helikopterini yapıyorsun, uçağını, arabanı piyasaya sürmeye hazırlanıyorsun. Esnafa çay dağıtan çaycı, dükkânında çay demleyen yemciye çok iyi gözle bakmaz. Bu yüzden sorun yaşamak istemiyorsan, üretmeyecektin; tüketecektin.

“Dünya Beşten Büyüktür” sözü mesela ne kadar büyük bir laf. Aşar bizi, biz ne ara dünyadaki dengelere laf edecek ülke oluverdik ki? Bunlar bizim laflarımız değildi. Biz eskiden “IMF’den önümüzdeki hafta başı şu kadar borç alırsak, bir süre daha rahatlarız, memur maaşlarını öderiz” falan derdik, ne ara bunları der olduk.

Tutuklamalar durmalı, eskiler “sahibinden dolayı köpeğe hoşt denilmez” demiş. Adamlar burada ajanlık yapıyormuş, terör örgütüne üyeymiş, devleti yıkmak için yapılan faaliyetlere katılıyormuş falan; bunlar önemli değil. Ajan, ABD’nin köpeğiyse ses çıkartamayız, yani en azından eskiden öyle yapıyorduk, bir sorunda yaşamıyorduk. Şimdi ne diye, pirincin içinden taş ayıklar gibi Almanyalısına, Amerikalısına bakmadan hain ayıklamaya başladık?

Eğer bu şekilde devam etmiş olsak, bin yıl daha dış politikamız bizim sosyalistlere göre sorunsuz işlerdi ama Türkiye bunu tercih etmedi, emir eli olmayı reddetti. Asi evlat olmayı da kabul etmedi, bir zamanlar bu evin reisi olduğunu hatırlayarak çıktı yola. Evet, her doğum zordur, sancılıdır ama emin olun doğum bittiğinde hepsi sesini kesecek; işte bu yüzdendir doğumu engelle çabaları…