Sıcağı da soğuğu da nimet biliriz Yaradan’dan…

Eyvallah…

Peki, o zaman gözlerimize çöken hüzün neyin nesidir öyeleyse…

Hastalandığımızda daha bir naif oluruz ve her zamankinden çok daha fazla şefkate ihtiyaç duyarız. Oysa dünya telaşesi içinde kendini unutmuş, ihmal etmiş veyahut hayatın gündelik ritmi içinde kendi sesini işitmez olmuş insanoğluna “dur” ihtarıdır hastalanmak. Her şeyden ve herkesten önce Rabbi’nin onu hatırlayarak “Ey Kulum! Kendine gel” mesajıdır kulak vermesini bilene. Bu yönüyle aynı zamanda Şafî olan Yaradan’ın kuluna gösterdiği şefkatin bir göstergesidir hastalanmak.

Kulun unutulmadığının ve o farkında olmadan üzerine ilişen günahlardan silkelenmesine fırsat tanımanın biricik vesilesi… Öyle ki acziyetini hatırlayan kulun, yakarışı bir başka anlam taşır Rabbinin nezdinde. Kendisinden gelene rıza gösteren kul için dua kapıları sonuna kadar açık tutulur. Ta ki hastalanan kişi şifa bulana kadar. Pek çok defa buyrulduğu üzere “iyileşinceye kadar hastanın duasının geri çevrilmediği” bilinir. İşte bu, sonsuz kudret elinin, insanın hastalandığında ihtiyaç duyduğu şefkati hemen yanı başında tutmasından başka bir şey değildir.

Meseleye buradan bakıldığında hastalıkla dahi dost olur insan. İçine düştüğü acziyete daha kolay sabreder ve neticede bu sabrın karşılığını hem maddi hem manevi olarak görür.

Hayatın her alanında ya da şöyle diyelim; yaşadığımız ömrün kılcal damarlarında bile ihtiyaç duyduğumuz şuur hali, karşılaştığımız zorlukları aşmada bizi güçlü kılar. Çünkü beşer olarak yetersizlikleri ortada insanoğlu’nun her durumda devreye soktuğu ruh dinamikleri vardır. Bir işle kendisi baş etmeye çalıştığında zihinsel olarak varacağı nokta bellidir. Ailesinden ve dostlarından yardım alsa işini kolaylaştırır ama bunun da bir takım sınırlılıkları öyle veya böyle olacaktır. Ancak inancın aşıladığı enerji ve güçle bakış açısını imanî temeller üzerine inşa edince insan, sırtını kendisine can bahşeden sonsuzluğa dayamış olur. Böylesi bir gücün, acziyetin sınırları arasındaki insana, her türden zorluk karşısında ayakta durabilme kabiliyeti kazandırır.

Diğer türlü hayatı sürekli olarak sağlıklı, dertsiz tasasız yaşama arzusu hem gerçekçi bir yaklaşım olamaz hem bu düşüncedeki insanın, üzerinde nefes alıp verdiği kâinatın sahibine yönelen bir şuur haline erişmesi zorlaşır.

Yetişmeniz gereken toplantılar, mutlaka orada olmanız gereken kutlamalar, iş geliştirmeleriniz, kariyer hedefleriniz, sınavlarınız ve hayalleriniz hastalanınca belki bir süre akamete uğrayabilir. Ancak hayatın doğal akışı içindeki bu durumu doğru anlamlandırmak, hastalığı can sıkıcı bir süreç olmaktan çıkaracaktır.

Birçoklarımız ne yapıyor hastalanınca? Bir anda vücudumuzu saran ağrılara doktordan aldığımız reçetelerle hücum marşı eşliğinde ağır kesici, antibiyotik ve C vitaminleriyle müdahale ederek yeniden ayağa kalmak için çabalıyor. Fizik olarak bu yolla iyileşmemiz mümkün. Peki ya ruhen kendimize yeteri kadar nefes aldırmış oluyor muyuz? Meselenin biraz bu noktası üzerinde düşünmek de yarar var.