Fikriyle, duruşuyla uzlaşamamak nedir biliyor musunuz? Hakikate kör olup, küçülmektir. Kültürünü çiğneyerek kendini yalanlayanlar, aslından utanan asılsızlar, “Ben kimim” sorusunu soramazlar kendilerine.
Sorunun cevabı: Sen vicdan, sen asalet, sen doğruluk! En çok da sen ey insan, hamdüsena… Ya da inkâr! Ya da tükeniş.Kendini bulamayanlar, sürekli mağduriyetten yakınırlar. Kimliksizler işine geleni tercih ettiği için çelişkiye düşendir.
İstikrarsız ve çelişkili süslenmiş hayat kemerimi aksesuar olarak seçenler, zavallılığı kabul etmeyerek; yanlışın dev ismi olurlar. İç isyanıyla boğuşan, arayış içinde olduğunu kabul etmeyen bir kardeşimizin yazdıklarını okuyalım hep birlikte…
Hukuk okuyan bir genç kardeşimizin mektubu: (Üzerinde düzeltmeler yapıldı!)
“Size yazıp, yazmamak arasında çok gittim geldim, bunu bir dertleşme olarak kabul edin lütfen. ‘Ben kendi kendimin cenneti ve cehennemiyim’ der, Schiller. Ve devam eder: ‘Ya çilem dolmamış ya da beni bekleyen mucizeler var.’ Ya kırılacağım ya kıracağım. Cemil Meriç, ikisini de dene diyor. Susmak ve haykırmak; bana göre ikisi de ihanet. Çünkü ben hiçbir zaman kendi hikâyemi haykıramayacağım. Sustukça da her gün tükeneceğim.
Bir yerde okumuştum, kendi adaletini bulamayan insan, zehirlidir. Elimden bir şey gelmese de ben kendini kendime şikâyet eden biriyim. Başucu kitaplarımdan biri, Frederic Bastiat’ın ‘Hukuk’ adlı kitabı. Orada diyor ki: ‘Adalet ancak adaletsizlik yoksa gerçekleşebilir.’ Hocam bizim evde adalet yoktu.
Altını çizdiğim bir diğer cümle de ‘Herkesin mahkemesi kendi vicdanıdır.’ Bu sözü yurt dışında yüksek lisans yaptığım bugünlerde, daha iyi anlıyorum. Türk olduğum için dışlanıyorum. Staja başladığımın ikinci günü pandemi bahane edilerek, bu yıl staj yok denildi.Gerekçe sunulduktan sonra burada vicdanlar çok rahat.
Umudumun kırıldığı yerden yazıyorum size bu satırları. Evet, hocam, dışarıda da adalet yok. Niçin hukuk okumak istedim, biliyor musunuz? Annem için! Ben öğrencilik hayatım boyunca hep çalıştım, annemi babamın elinden kurtarmak için, çalıştım. Annem şimdi ayrı bir evde, Kur’an okuyor, ibadetini huzurla yapıyor ve bana da dua ediyor. ‘ Allah’ım kızıma iman ver’ diyor telefonda.
Benim inanç ve fikir dünyam anneme çok uzak. Bizim şairlerimiz de farklı. Bana ninni yerine ‘Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı. Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı’ Akif’in İstiklal Marşı’nı okuduğunu söylerdi. Hocam, annemin kulağına şiirler fısıldadığı, o kız çocuğuyla hiç tanışamadım ben.
‘Nihayet içyüzünü görerek insanların/Göğsüme küçük bir kuş gibi sokulacaksın’ diyen Sabahattin Ali ile adalet arayan biriyim…
Size bu mektubu yazma nedenim, sizden okuduğum şu dizeler: ‘Öndeki hatıra, gençliğimin uyuşmadığı iç kanama’ O iç kanamayı, deşme lüksüne sahip olmak isterdim? Hem biliyor musunuz ben hiçbir yere sığamıyorum, varlığım bazen yük gibi geliyor, boğuluyorum. Oysa davamdan ve duruşumdan çok eminim.
Annem kendi inanç sitemini bana yüklemek istediğinde, babamla aynısınız ama her gün sana şiddet gösteriyordu değimde susuyor. Öfkeliyim hocam, ezber düzeni sorgulamayan herkese öfkeliyim. Neden herkes gençlere duygu sömürüsü yapıyor ki?”
***
Şımarık bir boşluk hissi var içimizde, bir de ölü deniz halimiz; yani –izm-lere sabitlenişimiz. Kendimiz olmadığımız için, eksikliğimizi itiraf edemiyoruz. Bize edilen dualara da kendimizi yakıştıramıyoruz. İsyan ve yakarış arsına sıkışıp, kalmışız. Ya da tamamen karanlığız.
Bil ki: Adem (yokluk), zulmetten (karanlığından) daha keskin bir karanlık yoktur. Gazali ile muhabbet ettikçe, rahatlar ruh. Bütün azalarla birlikte anlamaya başlar insan, yani hissedişle. İnsan verili dünyasıyla sıcak temasını hiç kesmeyecek. Kestiği an ibre şaşar. Annenin İslam ahlakı ile yetiştirdiği pencereden adaleti aradığı an, genç kardeşimiz kendi bulacak… Bizim yakını görememediye çok büyük bir sorunumuz var maalesef.
Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Orhan Veli: ‘‘Sevdiğim insanlara kızabilirdim/Eğer sevmek bana mahzun olmayı öğretmeseydi.”
Kalbinize emanetsiniz….