Küçük ve basit gibi görünen bir kriter biliyorum ki, o da bakmak…

Görmeden önceki eylemimiz.

Küçük bir ses, etkili bir koku, ufak bir temas ile tetiklenen merak edişimizle duyduğumuz, hissettiğimiz etkinin kaynağına dönüp bakmamız neredeyse kaçınılmaz bir tepkidir.

Bakmakla başlar fark edişlerimiz. Bizlerde oluşan etki nispetince artar ilgimiz.

Ve o ilginin boyutuna bağlı olarak görmeye, gördüğümüzü anlamaya, görüleni birikimlerimizle okumaya meylederiz.

Kimi zaman “görmek” yetimizin muazzam bir nimet olduğuna inanır, bu lütfun muhteşemliğine şükrümün asla kâfi gelmeyeceğini düşünürüm.

Fakat, kimi zaman etrafımda olup bitenleri sessizce gözlemlerken, “görmek” ile imtihanımızın büyüdüğünü, kalbimize, aklımıza, ruhumuza hatta bedenimize büyük mesuliyetler yüklediği düşüncesiyle şükür kadar, görmenin sabrını da eda edebilmenin maharatine talip olurum.

Şöyle birkaç saniye gözlerinizi kapatın, ne büyük bir dinginliğin içine girdiğinizi hissedeceksiniz.

Göz kapaklarınızın kapanmasıyla birlikte içine sessizce çekildiğiniz o derin karanlık, etrafımızı kuşatmış insan yapımı eşya yığınlarından, dengesizce kullanılmış aydınlatmalardan, başkalarının kusurlu davranışlarından, yoksulluğun perişan tezahüründen, zenginliğin ruhumuzu rahatsız eden israfından azat olacaksınız.

Bana göre, görmekle başlıyor heveslerimize, tutkularımıza, hırslarımıza yenik düşmelerimiz.

Günahkâr adımlarımızın ardındaki maya “görmek”…

Öyle güçlü bir nimet ve öyle güçlü biz ceza ki görmek, şükür ve sabrı mezcetmedikçe üstesinden gelinesi bir ikram değil aslında…

Ve bir de görmekle ilgili garip bir handikap yaşanır toplumumuzda.

Görmeyenlerin karanlığına üzülürüz.

Tuhaf bir merhamet ırmağı taşar içimizden dışımıza, “ah” ile “vah” ile acırız. Biz ademoğulları, tuhaf bir şekilde kabullerimizin dışındaki hakikatin idrakine ermeden, sahip olduklarımızın mesuliyetini ruhumuzun en derininde hissetmeden böyle yargılara varırız.

Halbuki, şöyle kısacık bir an düşünsek fark edeceğiz, küçük, büyük mal varlıklarımıza baktığımızda, ne kadarına kendimizin karar verdiğinin oranı ile ne kadarına komşuların, dostların, reklamların, vitrinlerin tesirinde kalarak karar verdiğimizin oranı arasındaki uçurumu fark edeceksiniz.

Büyüdükçe büyüyor, eşyaya olan tutkumuz, görmekle başlayan, beğenmeyle tetiklenen özenmeye, hevese, hırsa, yarışa hızla sürüklendiğimiz bir edinme hastalığı baş gösteriyor sinsice hayatlarımızda…

Bu hastalık sükun, bu hastalık, heyecan duygusunun tesellisiyle ilerleme riskine sahip ve dahası sari…

Ah bir de, nefislerimiz üzerine hegemonya kurması planlanmış modern devrin mimarisi var ki, binaların heybeti altında ezilmenin itirazı ile isyan çığlıkları birikiyor içimizde.

Toprağa temas ederek büyümüş olanlar korunabiliyor ancak beton yığınları içinde nefes alan yeni jenerasyon gökyüzünden mahrum kalmanın kefaretini önce itiraz, sonra isyana meyyal feveranlarla dile getiriyor.

Haksızlar mı? Yoo!

Çünkü, gözümüze ilişen, sahip olma duygumuzu tetikleyen, yaşama isteğini ölümü unutturacak kadar körükleyen eşya, gıda, bina gibi insan yapımı her şey imanımızı çalmaya amade bizi bekliyor!

Halbuki, kainatın içinde, insanı, (birbirimizi) göğü, toprağı, ağaçları, çiçekleri, denizleri, yağmurları, meyveleri, sebzeleri, hayvanları görelim de ibret alalım diye bahşedilmemiş miydi gözlerimiz!?

Tefekkürümüz artsın, ibretimiz kalbimizde büyüsün imanımız ve her nereye bakarsak bakalım, Rabbimizin sanatını görelim diye verilmemiş miydi görmek meziyetimiz!?

Öyleydi… İmanlı kalpler için yine öyle. Ancak, modern dünyanın “Tanrıya meydan okumaların”dan sonra eşyalarla çalınıyor imanımız!

İsyanla, nisyanla burun buruna bir handikabın içindeyiz şu ahir demlerde.

Görmek kalbimiz için ruhumuz için ibret almak, fikretmek için değil, kışkırmak için günahkâr adımlarla yarışmak için bir ceza neredeyse.

Eşyanın putlaştığı şu âlemde ve “Evde Kal”dığımız şu salgın süresince ruhumuza hükmeden eşyayı değil, mahrum kaldığımız kâinatı ve kul hakkı ile sınanacağımız kendi insanlarımızı görelim ve gözlerimizi kalbimize çevirelim. Ola ki, bu zor zamanlar, neyi görmemiz gerektiğine dair bir hayra vesile olur.