Kısa bir aradan sonra, karşılığı uzaklarda olan bir sesleniştir selâmım… Fakat bir o kadar emin bir hissediştir ki, selâmım cevapsız kalmayacaktır.

Bilirim ki, bu sessiz ancak sözlü selâmıma gözü ilişen siz güzel insanlar, Kur’ânî bir itaatle “Bir selâm ile selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeliyle selâm verin veya verilen selâmı aynen iâde edin” ayetinin gereği mukabelede bulunacaksınız.

Her neredeyseniz, “Aleynâ ve ayleykûm esselâm” diye mırıldanacaksınız. Hatta daha güzeline talip olup “…ve rahmetullâhi ve berekâtühu” ifadeleriyle bereket ve rahmet duasını zamandan taşırıp, mekânları aşırıp Âlemlerin Rabbine ulaştıracaksınız…

Öyledir, mü’minin kalbi, kardeşinin kalbi gibidir. Ve iman edenler bilir, kendilerine selâm verenin Muhammedî bir itikadı vardır ve selâmı, sünneti seniyyedir.

Dinimiz İslâm’ın, barış ve muhabbet dini olduğu ne kadar aşikâr… Aynı kıbleye döndüğümüz, aynı inanışla besmele çektiğine inandığımız mü’minler topluluğundan emin olmak ne güzel.

Bildiğini bekler insan. Beklediğini ummak değil, bulmak mes’ud eder insanı. Tıpkı benim, bu satırları yazarken selamımın sizler tarafından alınacağını bildiğimden emin olmam gibi…

Biliyorum, selamım; bu satırların ulaştığı şehirlerde, ofislerde, ulaşım araçlarında, bir evin odasında, bir sahil kıyısında tebessümlü dualaşmalara vesile olacak! Çünkü, mü’mince selamlaşmak, imanın en saf, en sade, en güvenli ve latif tezahürüdür…

İnançlı bu seslenişin mesafeleri nasıl yuttuğunun, zamanı nasıl bereketlendirdiğinin, mekânın ve eşyanın kuvvetini nasıl aştığının en latif örneğidir iki kelime ile bu sayfaya nakşettiğim selâm… Çünkü dinimiz İslâm.

Elhamdülillah!..

Bizler, verdiğimiz iki kelimeden mülhem selamın, kıtalar ötesinde, uzak diyarlarda karşılığı olduğundan bu kadar eminiz madem, öyleyse dinimizin tüm prensipleriyle hallenmeliyiz ki, önce kalplerimiz, sonra dünya huzura ve emniyete kavuşabilsin.

Hani, selâm veriş ve alışlarımızda saklı sır, hem Kur’ânî bir mutiliğin, hem Muhammedî bir riayetin tezahürüdür ya, ve hani, selâmı vermenin sünnet, en güzeli ile mukabelede bulunmanın farz olduğunu bilen imanlı iki kalptir ya işte vahyi tüm prensipler böylesi yerleşse ahvalimize… Mü’mince…

Telefonda konuştuğumuzla, yolda karşılaştığımızla, bir mekâna girdiğimizde, böyle satırlarla sadece bir selam ile başardığımız bu muhteşem anlayışı, kabulü, pratiği tüm ahvalimizle kuşanmak nasibimiz olsa keşke…

Yemesek birbirimizi, makam, mevkii, menfaat gereği, çelme takmalara, gıyabi dedikodulara teşne olmasak, iyiyi, güzeli görmekten önce eleştiriyi maharetten saymasak ne güzel olur…

Aynı ihlasla hayatı soluyan yakınımızdaki, uzağımızdaki kalplere ve akıllara bir “selâm” ile dokunuşumuz gibi dokunsa muhatap olduğumuz her canın sesi, sözü, edası bize… Ve dahi bizim de muhataplarımıza…

İletişimin ilk adımı olan selamlaşma ile başardığımızı, her alanda, her kararda, her planda, her mekanda, her durumda başarabilsek… Ah felaket tellallığından bir vazgeçebilsek…

Kalbimizden başlayan bu ihlaslı yolculuk, yanımıza yöremize, ülkemize, dünya mü’minlerine sirayet etmez mi?

İhlasla verilen selamımızın alınacağından emin olduğumuz kadar emin olsak inacımızdan, ayetlerce saadet bizi bulmaz mı?