Bir adam düşünün…

Gurbetçi yani eski tabirle Alamancı…

Yıllarını verir, emek harcar, yeri gelir hakaret işitir ‘elin gâvurundan’ vatandan uzak, sevdiklerinden ırak.

Çalıştığı fabrikada yaşı dolunca emekli olur.

Fani dünya işte, verilen nefes tükenir ve Azrail (as) ile olan ilk ve son randevu gerçekleşir.

*

Aradan uzun yıllar geçer.

Türkiye’de yaşayan oğlu Kahraman Araz babası gibi gurbete düşer, orada çalışmak ekmeğini kazanmak için.

Akrabası der ki: Gel be Kahraman, babanın çalıştığı fabrikaya götüreyim seni. Rahmetlinin hatıralarını yâd ederiz.

Nasıl bir hatıradır bilemem hatırlanan. Öğle yemeğine geçtiklerinde bir görevli gelip yemek sonrası idari bölüme beklendiğini söyler.

Merak ve düşünce içinde boğazdan geçen lokmaların ardından idari bölüme geçerler.

Hoşbeş, selam kelam olmuştur muhtemelen ilk önce. Sonra sadede gelmiş ‘elin gâvuru.’

“Babanız buradan emekli olduğunda kendisine ödenen emekli parasından özür dileriz ki 132 mark eksik ödeme yapmışız.” Bugünün şartlarında bilmem kaç euro yapıyor…

Nihayetinde parayı alan arkadaşımız anasını arar ve “Anacım babamın son parası bende, gönderiyorum sana; sakla kefen paran olsun” der…

**

Doğru konuşmak için neden eğri oturmak gerektiğini kavrayamasam da doğruları konuşamasak bile düşünürsek eğer, söylenecek söz var mı acaba?

Mesela ben, kimlerin hak ve hukukunu yedim acaba?

Bilerek veya bilmeden üstüme aldığım bir hakkı yıllar sonra hatırlar mıyım?

Rabbim hakları ödeyerek büyük randevuya hazırlasın.

***

Pekâlâ, benim yaptığım kişisel eleştiriyi kendin için yapabilecek misin?

Ne durumdasın?

Sen bana, ben sana dua edelim de borçla göçmeyelim faniden ebediyete…