Allah Teâlâ’ya ve Peygamberi’ne inanan, Peygamber’in (sav) Allah Teâlâ tarafından haber verdiği her şeyin dosdoğru olduğunu kalbi ile samimi bir şekilde tasdik ve bu imanını dile getiren kimselere Mümin diyoruz. Nitekim sözlük anlamı, güven içerisinde bulunmak, korkusuz olmak olarak ifade edilen emn (emân) kökünden türemiş olan îman kelimesi güven duygusu içinde bir tasdik etmeyi yani inanmayı anlatır.
Diğer taraftan müminler arasından İslâm dininin emrettiği şeyleri yapmak ve yasakladığı şeylerden uzak durmakla yükümlü olan, ergenlik çağına erişmiş aklı başında olanlara ise mükellef denmektedir. Mükellef olan insanların ef’âl-i mükellefîn olarak adlandırılan sekiz tane işi bulunur.
Bunlardan dinen yapılması kesin deliller ile emredilenlere farz; delil bakımından farz kadar kesin olmasa da yapılması istenenlere vacib; Peygamber Efendimiz’in (sav) farz ve vacib olmayarak yaptıklarını ve yapılmasını tavsiye ettiklerine sünnet; Peygamber Efendimiz’in (sav) bazen yapıp bazen yapmadıklarına müstehab; mükelleflerin yapıp yapmamakta serbest olduklarına mübah; dinen yapılması kesin deliller ile yasaklananlara haram; delil bakımından haram kadar kesin olmamakla birlikte yapılmaması istenenlere mekruh ve başlanmış ibadeti bozanlara müfsid denmektedir.
Diğer taraftan akıl, ilmin (el-ilm yani bilginin) kaynağı, doğduğu yeri ve temelidir. Hüccetü’l-İslâm İmam Gazzâlî’ye göre, görmeye göre göz, ışığa göre güneş neyi ifade ediyor ise, ilime (bilgiye) göre akıl da onu ifade etmektedir.
Aynı şekilde, insanlardan, binek hayvanlarından ve eti yenen hayvanlardan da farklı tür ve renklerde olanlar var. Kulları içinden ancak bilenler, Allah’ın büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar. Şüphesiz Allah üstündür, çokça bağışlayıcıdır. (Fâtır Suresi, 28. Ayet)
Fâtır Suresi’nin 28. ayeti içeriğinde “bilenler” şeklinde göndermede bulunularak Allah Teâlâ’ya duydukları saygıya vurgu yapılanlar, asıl olarak birtakım bilgileri salt zihinlerinde tutmakta olanları değil, zihnî faaliyetlerinin yönünü Allah Teâlâ’nın kâinattaki delillerinden sonuç çıkarabilme mertebesine yükseltebilmiş olan kişileri tarif etmektedir.
Allah Teâlâ’nın bildirdikleri hakkında herhangi bir malumatı olmayan yahut bunları kabul etmeyen kimseler birçok şeyi biliyor olsalar bile cahil (cehl) vasfından kurtulamayacaktır. Misâl Ebû Cehl, hiçbir şeyi bilmeyen biri olduğundan dolayı söz konusu şekilde anılmamış, tersi Allah Teâlâ’nın bildirdiklerini kabul etmediği için böylesi anılmıştır.
Zira İslâm toplumu öncesine câhiliye toplumu denmesinin sebebi yine bu gerçeklikten kaynaklanmaktadır.
Allah Teâlâ’nın bildirdikleri hakkında malumat sahibi olanlar; âlimler yani bilenler olduğuna göre, söz konusu gerçeklik üzerinden bilinenin yani ilmin mahiyeti hakkında açıklama yapabilmem de mümkündür. Böylece ilmi, Allah Teâlâ’nın bildirdiklerinin mahiyeti hakkındaki bilgi olarak tarif edebilirim. Yani ilim, İslâm’ın esasları bağlamında mükellefin muhatap olduğu davranışlar ve davranışlarla ilgili olarak hükümlerin mahiyeti hakkındaki bilgidir.