Meşhur bir hikâyedir, muhtemelen okumuşsunuzdur… Hikâye şu:
1962’de Selak isimli, Hırvat bir müzik öğretmeni; Saraybosna’dan Dubrovnik’e giden bir trene bindi. Bu yolcuğun, onu tüm dünyaya tanıtacak olaylar zincirinin ilk halkası olduğundan habersizdi. Selak’ı taşıyan tren raydan çıktı ve donmuş nehre devrildi. Kazada 17 yolcu hayatını kaybederken Selak, kıyıya kadar yüzerek kurtuldu. Olaydan bir yıl sonra, Zagreb’den Rijeka’ya yolculuk yaparken bir anda uçağın kapısı açıldı. Hava sirkülâsyonu, Selak’ı ve bazı yolcular uçaktan fırladı. Uçak birkaç dakika sonra yere çakıldı ve 19 kişi öldü. Ancak Selak, gözlerini açtığında hastanedeydi. Şansı yaver gitti bir saman yığınının üzerine düşerek sadece ufak sıyrıklarla kurtuldu.
1966’da bindiği otobüs yoldan çıktı ve bir nehre uçtu. Kazada dört kişi öldü. O ise hafif yaralı olarak kurtuldu.
1970’de otomobiliyle yolculuk ederken araç birden alev aldı, çabucak aracı durdurup kendini dışarı attı. Bundan hemen sonra da araç havaya uçtu.
1973 yılında bozuk bir benzin pompasından, Selak’ın otomobilinin motoruna benzin aktı. Araç aniden alev aldı, bu kazadan da kurtuldu ancak saçlarının büyük bir kısmı yandı.
1995 yılında, Zagreb’de bir otobüs çarptı; bu kazayı da ufak sıyrıklarla atlattı.
1996 yılında aracıyla bir dağ yolunda seyreden Selak; döndüğü virajın ardından bir kamyonun üzerine doğru geldiğini gördü. Araç yoldan çıkıp uçurumdan yuvarlanırken, Selak araçtan atladı ve bir ağaca tutundu… Yaklaşık 90 metre aşağıda aracının patladığını gördü.
Selak artık dünya çapında üne sahipti ve kimilerine göre şanslı, kimilerine göre ise şanssızdı.
Selak, “Buna iki şekilde bakabilirsiniz: Ya dünyanın en şanssız insanıyım ya da en şanslısı… Ben ikincisinin doğru olduğuna inanıyorum.” diyor.
Selak’ı Türkiye, başına gelenleri ise kısa Cumhuriyet tarihinde ülkemizin ve insanlarımızın yaşadıkları olarak okuyalım:
C. kurulurken 620 yıl dünyaya nizam vermiş, muazzam bir kültür oluşturmuş şu anda 40’dan fazla devlete bölünmüş olan toprakların sahibi Osmanlı medeniyeti terk ediliyor; köksüz, ruhsuz Batı taklit edilerek anasız ve babasız kalmış bir bebek gibi bir devletçik kuruluyor. Ancak anasız ve babasız bırakılmış bu çocuk hayatını sürdürmeyi başarıyor.Sonra milletin elinden dili, dini, her şeyi alınmaya çalışılıyor; her türlü baskı ve saldırı yapılıyor ama bu küçük bebek bulduğu ilk fırsatta özüne dönüp değerlerine sahip çıkıyor.Kaç tane darbe gerçekleşiyor, hepsinden kurtulup ülke tekrar normal işleyişine dönüyor.ASALA, PKK, DHKP/C gibi terör örgütlerinin saldırıları hiç bitmiyor; biri bitiyor, biri başlıyor ama ülke hâlâ dimdik ayakta…En sonunda dindar geçinip kindar olan, mazlum görünüp zalim olan, insan görünüp robot olan, cemaat görünüp ‘CIAmaat’ olan hırsızlar, arsızlar, hayâsızlar, FETÖ’cü Haşhaşi hainlerin içiten ve dıştan saldırılarına maruz kalıp ondan bile minimum zararla çıkmayı başarıyor.
Şimdi söyleyin bu kadar saldırıya, ihanete uğradığı için bu ülke ve millet şanssız mıdır? Yoksa bu kadar saldırıya, ihanete rağmen dimdik ayakta durduğu için şanslı mıdır? Bence ikincisi!..