“Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.

Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün

bu kadar benden uzak

bu kadar mavi

bu kadar geniş olduğuna şaşarak

kımıldamadan durdum.

Sonra saygıyla toprağa oturdum,

dayadım sırtımı duvara.

Bu anda ne düşmek dalgalara,

bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.

Toprak, güneş ve ben…

Bahtiyarım…”

Kelimeleri zamana kök salmış şiirler vardır;

Zamana ve mekâna kök salmış şiirler…

O şiirler size her seferinde, kendilerinden, sarıp sarmaladıkları, kuşatıp tuttukları kelimelerden habersiz cümle kuramayacağınızı ihtar ve ikaz ederler.

Şiir yazmaya niyetiniz yoktur amma, ‘Bugün Pazar’ derken telifi evvelden alınmış bir şiir sahasına doğru çekilirsiniz.

Benzer bir şekilde ‘Ben sana mecburum’ derken gelecek cümleyi beklersiniz; ‘sen yoksun…’

Benzer bir şekilde ‘İnsan bu…’ derken kendiliğinden mırıldanıverirsiniz, ‘su misali, kıvrım kıvrım akar ya…’

Benzer şekilde ‘sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında’

Necip Fazıl’dan habersiz Kaldırımlarda yürüyemezsiniz.

Nazım’dan bigâne‘Bugün Pazar’ diyemeyeceğiniz gibi.

O şiir coğrafyası tarafından sınır kazıkları çakılmış iklimin kelimeleri tarafından kuşatılırsınız.

Yüzünüzde bir rüzgar hisseder, ürperirsiniz.

Diyecektim ki ben, Pazar günü gazete okuru daha bir başka güzel olur.

Haftanın sair günlerinde gazete okumak bir mecburiyet, bir kendiliğindenlik, bir gereklilik veya bir zaman geçirme bahanesi olabilir.

Fakat Pazar gününün gazete okuru ‘okumak şuuruyla’ alır gazetesini eline.

Pazar günleri gazete okuru edebiyata daha meyillidir.

Bu nedenle bugün sayfalar, anılar, röportajlar, denemeler ve dil ve felsefe tercihli tatil ihtimalleriyle yüklüdür.

Pazar günü gazete okuru kahvaltı sofrasıyla fotoğraflanır değil mi daha ziyade.

Pijamasıyla koltuğa uzanan, dahası zamanla sınırlandırılmamış bu gevşek günde yataktan henüz çıkmadan gazete okumak bile mümkündür.

Çıktınız diyelim, yarım bırakarak istirahat keyfinizi, Oblomov’un methiyeler düzdüğü yorganı zorla atarak üzerinizden;

Belki bir tatil yerinde, otelde, mevsimine göre mesire alanlarında, yaylada ve belki sahilde bir çay bahçesinde okuyorsunuz şimdi bu yazılanları.

İnternet ya da ‘akıllı’ cep telefonlarıyla yazılanlara kaçamak bakış atan okuyucudan bahsetmiyorum.

Pazar gününün hakiki okurlarından, ‘okuma meselesi’ olan okurdan bahsediyorum.

Oğuz Atay’ın “ben buradayım sevgili okuyucum sen neredesin!” diye seslendiği okurdan…

Bugün Pazar ey okur!

Bu tatil gününde, savaşları tatil etmenin,

Çocuk bedenlerin sahile vurmasını engellemenin, evleri bombalanmış insanların göç yollarına dizilmesini önlemenin bir yolu var mıdır?

Yani hiç olmazsa bu tatil gününde, sınırları yok etmenin, bir ümmet şuuruna yeniden sahip olabilmenin, acıları ve gözyaşlarını yok etmenin bir çaresini bulamaz mıyız?

Bu pazar rahatlığında yaşayamaz mıyız, bütün günlerimizi.

Bütün zamanlarımızı hiç olmazsa bu kadar huzurlu hale getiremez miyiz?

Yoksa tatil, istirahat, yani huzur, bir hayal, bir vaha, bir ütopya mıdır, bu cehenneme çevirdiğimiz dünyamızda!

‘Zaten yok bir tren penceresinde’ midir şimdi aradığımız o şiir?