Geçen haftaki yazımızda konumuza giriş yapmıştık. Bu hafta bu konu hakkında yazımıza devam edeceğiz İnşallah.

Günümüz anne babaları çocuklarından oldukça şikâyetçi. Ders çalıştıramıyoruz. Dışarı çıkmıyorlar, bizimle iletişim kurmuyorlar. Ellerinden cep telefonu düşmüyor vs. diye.

Bizler çocuklarımıza ne verdik de ne istiyoruz? Hiç düşündük mü? Tarlaya patates eken bir çiftçi hasat zamanı tarlasından soğan toplar mı? Veya patates ekipte soğan toplayan bir çiftçi gördünüz mü? Ya da elma ağacı ekipte kiraz toplama hayali kuran kaç çiftçimiz var?

Yetiştirdiğimiz nesilleri kim eğitti? Betonlaşmış kentlerde daracık sokaklarda, kaba eşyalarla donatılmış evlerde, aman dokunma! Aman yapma! Tehditleri ile büyürken, sığındıkları tek şey sanal ortamlar olmadı mı?

Çocuklarımızın zamanını neyle heba ettik? Üretimden uzak, doğadan uzak, doğanı o diriltici nefesinde uzak, evinde bir saksıya tohum ekmekten bir fide yetiştirmekten, ona bakmaktan, ona su vermekten aciz ve bilgisiz. Hiçbir hobisi olmayan. Önüne gelen yiyeceklerin nerden ve nasıl geldiğinden habersiz, et yemeklerine, kebaplara, dönerlere bayılırken, kesilen hayvanları görünce sosyal medyada kıyamet koparan ve hayvan haklarını savunan bu gençlik, koyunu sadece televizyonda, ayıyı hayvanat bahçesinde, ineği ise resim ve çizgi filmlerde görerek öğrenirken, ineğin yanına varınca dakikalarca konuşmasını bekledi. Çünkü onun gördüğü ve tanıdığı inek çizgi filmlerdeki inekti ve o da konuşuyordu.

Hiçbir yaban hayvanını doğal ortamında görmeden büyüyen bu gençlik hayvan hakları konusunda gökdelenlerin arasında naralar atıyor.

Gerçek hayat sanal hayattan çok farklı. Burada acı var. Düşmek var. Yara almak, merhamet var. Şefkat var. Yaşamdan bu kadar uzak olunca üretmeyen bir toplum ancak tüketici oluyor. Tüketirken de her türlü yönlendirmeye, sömürülmeye çok daha açık hale gelerek. Hazırcılık ve hazıra konma bizim irademizi zayıflatıyor, öz güvenimizi zedeliyor.

Bu irade zayıflığı hayatımızın her aşamasında karşımıza çıkıyor. Zora gelemiyoruz. Sabır gösteremiyoruz. Üzerine üzerine gidemiyoruz. Yıkıldığımız yerlerde kalıyor, gözlerimiz kurtarıcılar arıyor. Verilenle yetiniyoruz. Üretmeden tüketmeyi marifet sayıyoruz.

Doğadan kopalı, kapalı mekânlarda güneş görmeyen bitkiler gibi cılız, sarı ve çelimsiz haldeyiz. Her tarafımız beton ve asfalt. Okul bahçelerimiz bile asfalt. Çocuk oyun alanları da asfalt doğal ortamlardan çok uzak. Hal böyle olunca oyunlarımız kısa ve kesik kesik.

Doğal alanda oynayan çocuklar yapay alanlarda oynayan çocuklara hem liderlik yapıyor hem de onlara göre daha başarılılar, analitik düşünme yetileri daha fazla. Hem de daha uzun süren oyunları oynayabiliyorlar.

Hangi çocuğumuz evinin bir köşesinde çekirdekten bir limon ağacı, bir nar ağacı yetiştirdi. Bir hayvana baktı. Bir hayvan büyüttü. Verilecek cevabımız var mı? Kendi yetiştirdiğimiz bir çilek, bir salatalık, bir domatesi yemeyeli kaç yıl oldu farkında mıyız?

Çocuklarımızı bu zevkten niye mahrum bıraktık? Toprak insana sabrı, paylaşmayı, iletişimi, çabayı, gayreti, çalışmayı, üretmeyi öğretirken, tarifsiz huzurunda kaynağı.

Her gün soframıza gelen ve çocuklarımızın nasıl soframıza geldiğini bilmediği yiyecekler lisanı hal ile bize neler anlatıyorlar. Emeğin, üretmenin, çekirdekten ağaç olmanın sırrını söylemiyorlar mı?

Her gün soframızla tarlalarımızın arası fersah fersah bir birinden uzaklaşıyor. Unutmayalım ki! Gelecek yüzyıl tohumuna sahip çıkanların, tohumu olanların yüzyılı olacak…