Akşam ezanına kadar sokağın sesi kesilmezdi. Camların kenarına iliştirdikleri yastıklara dirseklerini dayayıp mahalleyi gözetim altında tutan yaşlı teyzelerimiz, veresiye hesap defterlerinde adlarımızın ilk sıralarda olduğu bakkal amcalarımız, hızlı çekince nefes borumuza kaçan leblebi tozlarımız, yağlı kâğıtlardan yaptığımız oklar ve plastik borularımızla aşağı mahalle ile Kızılderili savaşlarımız, ekmeğimizin üzerine sürdüğümüz sana yağlarımız, halı yıkarken toplumsal tüm meseleleri dokumaların köpüklerine bandıran ablalarımız, annelerimiz…

Biz tüm yaşadığımız yoklukların, fakirliğin, zorlukların arasında küçük ama mutlu insanlardık. Mahalle kültürünün içinde yetişme şerefine nail olan son çocuklardık. Dizlerimizi çok kanattık kaldırım taşlarında ama acımız oyunlarımızı devam ettirmeye engel olmadı hiç. En fazla akşam olunca annemize nazlanıp, ertesi gün okulu ekmek için acıyan yerlerimizin sızısından ağlardık. Memlekette bizim mahalle gibiydi, yokluk içinde mesut fakirler olarak dünya üzerinde kıymetli bir coğrafyanın sahipleriydik.

Artık mahallerimizin gölgesinden uzakta, apartmanların içerisinde kendimize dönük bir hayatı yaşamaya çalışırken, kimilerine göre nostaljik bir sevda, bize göreyse geçmişe duyduğumuz samimi özlemi eski filmleri izleyerek ekran başında gideriyoruz. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Halit Akçatepe de o samimiyeti aktaranlardan biriydi. Gönlümüze yer etmiş bir oyuncuydu, ondan geriye yüzlerce film, tiyatro oyunları ve kekeleyerek yüzümüze tebessümler bırakan karakterler kaldı. Hiç sohbet etme imkânımız olmamıştı, yaşamına dair anlattıklarından öteyi bilmiyorduk. Neydi bizi onun gibi geçmişin izlerini cemalinde taşıyan sanatçılara karşı duyduğumuz muhabbet? ‘Bir devrin adamlarını böyle kaybediyoruz’ dedi Akçatepe’nin ardından insanlar. Sahi nasıl bir devir kapanıyordu ya da biz ne kaybediyorduk!

Rıfat Ilgaz’ın 1957’de Dolmuş dergisinde yazdığı öykülerden bazı bölümleri birleştirerek kitap haline getirdiği Hababam Sınıfı’nın Güdük Necmi karakteriyle çok sevildi Akçatepe. Sinemaya uyarlanmasından önce ilk olarak 1966 yılında Ulvi Uraz Tiyatro Topluluğu tarafından sahneye koyulan eserde Zeki Alasya, Metin Akpınar, Ercan Yazgan, Ahmet Gülhan, Zihni Küçümen, Ali Yalaz, Suzan Ustan ve Ulvi Uraz rol alıyordu.

Öğretmenlik mesleğinde edindiği gözlemlerle Ilgaz’ın kaba komediden uzak, samimi, sevecen mizahı çok sevildi. Hababam, usta yönetmen Ertem Eğilmez tarafından 1975’te sinemaya aktarıldı. Münir Özkul, Adile Naşit, Kemal Sunal, Şener Şen gibi ustaların bir araya geldiği film bir başyapıt halini aldı ve Ilgaz’ın devamını yazdığı hikâyelerde yine filme çekildi. Halit Akçatepe, babası Paşa Nuri karakteriyle tanıdığımız Sıtkı Akçatepe ve annesi Leman Akçatepe ile birlikte rol aldı bu serilerde. Sıtkı Bey gibi şefkatli anne rollerinden tanıdığımız Leman Hanım da Yeşilçam’ın unutulmazları arasındaydı.

Adile Sultan Kasrı’nda 15 günlük bir kampa alır Ertem Eğilmez tüm Hababam ekibini. Gazete ilanıyla gelen gençler oyuncularla bu süreç içerisinde kaynaşır. İstediği samimiyeti yakaladığı anda Eğilmez çekimlere başlar. Halit Akçatepe, “Ertem abinin Gümüşsuyu’ndaki evinde toplanırdık. Aile gibi olmuştuk. Sürekli görüşüyorduk. Biz öyle setten sete görüşen sanatçılar değildik. O yüzden bu yapımlar çok başarılıdır. Çünkü samimiyet var.” der Eğilmez’in tarzını anlatırken. Eğilmez bir yönetmenlik dehası olarak güldürünün formlarını, Türk halkının neyi sevip benimseyeceğini iyi analiz etmiştir.

Halit Akçatepe, Ertem Eğilmez’in aile ve güldürü filmlerinin neden bu kadar başarılı olduğunu anlatırken tiyatrodan nasıl istifade edildiğini şöyle aktarır: “Tiyatro oyunlarında olur aslında ama Ertem abi filmin içinde gülme esi koyardı. İzleyicinin güleceği yerleri bilirdi. Çok iyi hesaplardı bu esleri.” Gelenekselin tiyatroda yok sayıldığı yıllarda Eğilmez ekolü, temaşa karakterlerini sinema perdesine taşır. Sadık Şendil gibi usta kalemlerin elinde, Metin Akpınar’ın da dediği gibi “herkesin içinde bir Kavuklu vardır”. Şener Şen’le Kemal Sunal’ın ya da Halit Akçatepe’nin çatışmalardan, yanlış anlaşılmalardan doğan güldürülerini halk olarak genetik hafızanın bize aktardığı beğenilerle ölümsüzleştirmemizin sebebi biraz da budur. Geleneksel tiyatro sinemada kendine bu filmlerle yer bulmuştur.

Şimdilerde profesyonellik adı altında mesafeli duruşlu sanatçılarımızdan böyle hikâyelerin, ölümsüz eserlerin çıkmasını beklemek zor. Çünkü Ertem Eğilmez gibi sanatçıları aile bir arada tutan hamiler, Sadık Şendil tarzı usta kalemlerin hiç gocunmadan hazırladığı yemekleri, kardeşmişçesine birbirinden ayrılmayan Halit’leri, Kemal’leri, Metin’leri, egosunu ustasının yanında devre dışı bırakan, çırak olduğundan gurur duyan, samimiyetle davranan sanatçılarımızın varlığını çok fazla hissedemiyoruz. Geriye dönüp baktığımız vakit o filmlerin arka planındaki içtenliğin yansımasıdır bize geçen. Ancak günümüz şartları içerisinde aynı samimi duygularla böyle şahane bir grup toplanırsa ve Türk halkının neyi, nasıl beğeneceğinin bilincinde, gelenekselin gücünü arkasına alarak ilerlerse geleceğe bırakılacak ölümsüz eserler çoğaltılabilir…