Çocukluğumuzda, 1970’li yılların sonu-1980’li yılların başı, hep siyasetle yatıp kalktığımız zamanlardı. Henüz geride kalmış darbe dönemlerinin baskın karakteri, gerginlik, kaos, koalisyon hükümetleri, ekonomik sıkıntılar, kuyruklar ve buna benzer şeylerdi.

Bu manzara, ‘henüz geride kalmış darbe’ başta olmak üzere, uzun yıllar devam etti. Koalisyon hükümetlerini de, ekonomik sıkıntıları da, bir gecede yüzde kaç fakirleşmeyi de yeniden ve yeniden yaşadık. 24 Ocak kararları, 1999 ve 2001 krizleri yakın dönemin tanıklarıydı.

Son resmi darbemizi, 12 Eylül diye bilirdik. Ancak bu tarih gerçekten ‘son darbeye’ tekabül etmedi. Arkasından ‘post-modern’ darbe 28 Şubat geldi. Ülkeyi, hem ekonomik hem de siyasi kazanımlar açısından onlarca yıl geriye götürdü. Burada bitmedi dönem. 27 Nisan tarihinde bir ‘e-muhtıra’ ile geri döndü 12 Eylül ruhu. Allah’tan bu defa siyasetçilerimiz, cumhurbaşkanımız, başbakanımız dirayetli çıktılar da, iş o noktada kaldı.

Bizim kuşağımız açısından, bu dönemin zihinlerdeki en güçlü figürleri siyasi liderlerdi. Sayısı bir elin parmağı kadar olan, bu isimler, dünyaya gözümüzü açtığımızda siyasetteydi. Bizim hayatımızı olduğu kadar, babamızın, annemizin, akrabalarımızın ve yakınlarımızın hayatını da onlarla geçen yıllar şekillendirdi.

Alparslan Türkeş, Kenan Evren, Süleyman Demirel, Erdal İnönü, Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit ve Turgut Özal, o dönemin hem baskın figürleriydi. Hepsinin kendine özgü kavramları, lakapları, siyasete kattıkları ve siyasetten alıp götürdükleri vardı.

Önce aramızdan 1993 yılında, Cumhurbaşkanı koltuğundayken Turgut Özal ayrıldı. Darbenin hemen sonrasında 1983 ve 1987’de kurduğu hükümetler, ülkeye ivme kazandırmıştı. İlk sivil cumhurbaşkanı olarak kayıtlara geçen Özal, pek çok konuda da ufuk açıcı bir isim olarak anılıyordu.

1997’de, ülkücü hareketin lideri, ‘başbuğ’ lakabıyla bilinen Alparslan Türkeş ayrıldı sonra. Pek çok bilinen ve dikkat çekici yönü olan Türkeş, radyodan 27 Mayıs’ın darbe bildirisini okumuştu. 1960 darbesinin ‘kudretli’ albayıydı.

Kayıtlara ‘siyasetçi’ ve ‘bilim adamı’ olarak geçen Erdal İnönü, Başbakan vekili, Başbakan Yardımcılığı, Dışişleri Bakanlığı, SHP Genel Başkanı ve üç dönem milletvekilliği yapmıştı. 2001’de siyaseti bırakıp akademiye dönen İnönü, 2006’da hayata veda etti.

Tarihin meşhur ‘Karaoğlan’ı Bülent Ecevit de o eski siyasetçi kuşağının en önemli isimlerinden biriydi. Beş kez başbakanlık koltuğuna oturan Ecevit’in son başbakanlığı döneminde yaşanan krizler, ülkeyi hem de onu yormuştu. O da 2006’da aramızdan ayrıldı.

Türk siyasi hareketindeki önemli isimlerden biri olan Milli Görüş hareketinin lideri Necmettin Erbakan, hem kendi camiası hem de ülke için önemli bir siyasi liderdi. 2011’de hayatını kaybeden Erbakan, tüm parti kapatmalara ve 28 Şubat darbesine rağmen ayakta kalmaya çalıştı.

İsmi, 12 Eylül darbesinin işkence ve idamlarıyla anılan ve mahkemede yargılandığı sırada hayatını kaybeden Kenan Evren’den sonra, önceki gece de ‘demokrasi sicili’ açısından pek de aydınlık olmayan günlerinin liderlerinden Süleyman Demirel vefat etti.

Velhasıl, bizim kuşağın liderleri, bir bir siyaset arenasından çekildi. Bir dönem kapandı…