Ülkemizin ve milletimizin Osmanlı Devleti’nin son zamanlarından, özellikle de Tanzimat Dönemi’nden beri Batı karşısında aldığı pozisyon, düştüğü durum sıkıntılı.
Batı’ya yaklaşmaya çalıştıkça hem özünden uzaklaşan hem de Batı’ya yaklaşamayan, sürekli aşağılanan bir durumdayız.
Batı’ya, değerlerine, yaşam tarzına, ışıltılı dünyasına âşık olmuş; ona yakın olmak, onu elde etmek için her fedakârlığı(!) yapan, onlardan gelen her isteği anında yerine getiren aptal âşık durumundayız yaklaşık 300 yıldır.
Hâlbuki ondan önce biz Batı karşısında hem ilim hem teknoloji hem askerî alanda üstün hem de insani değerler konusunda çok çok ileriydik.
Onlar Orta Çağ karanlığını yaşarken biz cihanı fethetme, dünyaya medeniyet götürme, insanlığı İslam’la tanıştırma kaygısıyla kıtadan kıtaya at koşturuyorduk.
Tabir yerindeyse biz aslan iken onlar fare bile değildi.
Ancak zamanla roller değişti. Onlar ilerledi(!) biz geriledik. Biz de âdeta onlara âşık olup aptal âşık rolüne büründük. Her dediklerini yapmaya, onlar gibi olmaya, düşünmeye, yaşamaya başladık/çalıştık. Zamanla öyle bir hâle geldik ki içimizdeki Batıcılar, Batılılardan daha Batılı oldu. Yerli ve millî kalmaya çalışan herkes, itibarsızlaştırıldı, linç edilip toplumun dışına itildi.
Şu masalı bilirsiniz pek çoğunuz:
Zamanın birinde bir aslan, oduncunun kızına âşık olmuş. Oduncudan kızını istemiş. Oduncu, korkusundan hayır diyememiş ve bir düşünelim demiş.
Akşam ailesiyle ve kızıyla konuşmuş. Kızını verse bütün hayatı mahvolacak, vermese karşısındaki Aslan…
Düşünüp taşınmışlar… Aslan tekrar gelince ona, “Kızımız senden pek korkuyor, pençe ve dişleriyle bu iş olmaz.” diyor. “Pençe ve dişlerini söktürürsen veririz, en kısa zamanda da sizleri eveririz.” demişler.
Aslan delice âşık olduğundan kabul etmiş ve hemen söktürmüş dişlerini. Sonra gelmiş oduncunun yanına… Oduncu bu defa da “Pençelerin çok sivri, kızımı severken canını yakarsın, onları da söktürmelisin.” demiş. Aslan, bunu da tereddütsüz kabul etmiş.
Aslan, yine gitmiş oduncunun yanına ve “Artık kızınızı verirsiniz sanırım bana. Kızınızın korktuğu dişlerimden ve pençelerimden kurtuldum.” demiş.
Aslan’a bakan oduncu; onun aşırı kilolu, kızının ise narin yapılı ve zayıf olduğunu söylemiş. Biraz kilo vermezse bu işin olamayacağını, kilo vermesi gerektiğini söylemiş. Aslan da günlerce et yerine ot yiyip rejim yaparak iyice zayıflamış.
Oduncu bu defa da, “Şu yelelerin çok heybetli, kızım onları görünce ürküyor, senden kaçabilir, sana yaklaşamayabilir. Onları da kestirsen çok güzel olacak.” demiş. Aslan yelesiz hâlini düşününce çok içine sinmese de ona da eyvallah deyip kestirmiş. Oduncunun yanına gelince bu defa da “Kuyruğun çok uzun, bu kuyruğunla evde kızımın yıllarını verdiği el emeği göz nuru çeyizlerine zarar verebilirsin, çarpıp birçok şeyi kırabilirsin. Kuyruğunu da kestirirsen her şey tamamdır.” demiş. Aslan, çaresiz bir şekilde onu da kabul etmiş. Gidip kuyruğunu kestirmiş. Oduncunun yanına gelip her istediğinizi yaptım, kızınızın benden korkacak, çekinecek bir şeyi kalmadı, kızınızı artık bana verebilirsiniz.” demiş. Oduncu aslana şöyle bir bakmış, artık aslanın aslanlığından geriye bir şey kalmadığını, korkup çekinilecek bir hâli olmadığına iyice kanaat getirmiş. Dişsiz, pençesiz, yelesiz, zayıf ve güçsüz aslanı eline aldığı uzun bir sopayla öldüresiye dövmüş.
Aslan, âşık olduğu kızı alamadığı gibi canını da zor kurtarmış. Ormanın derinliklerine kaçıp kuytu bir köşeye çekilip utanç içinde ölmeyi beklemiş.
Şimdi millet olarak aslanın durumundayız. Batı’ya yaklaşmak, onlar gibi olmak, kabul edilmek için bize ait olan her şeyimizden vazgeçtik. İslami değerlerimiz, geleneklerimiz, yaşam tarzımız, giyim kuşamımız ne varsa bir çırpıda terk ettik.
Böyle olunca kabul göreceğimizi ve kıymetimizin artacağını sandık. Ancak durum hiç de öyle olmadı. Hem bizim olanları yitirdik hem de Batı’nın gözünde değersizleştik, korkuyla birlikte saygı duyulan bir millet olmaktan uzaklaştık.
Batı, bu süreç sonunda hem kızını vermedi hem de bir ton sopa attı bize.
İçine düştüğümüz bu durumdan kurtulmak için özellikle son on beş yirmi yıldır ise bir hayli mücadele veriyoruz. Ancak dişimiz, pençesiz söküldüğü; yelemiz kesildiği, zayıf ve güçsüz düşürüldüğümüz için kendimize gelmemiz öyle kolay olmuyor.
İçimizdeki Batılıdan çok Batıcılar da işimizi sürekli zorlaştırıyor. Batı’nın hâlâ kendilerine kızını vereceğini sanmaya devam eden bu aptal âşıklardan da bir an önce kurtulmalıyız ki Batı’ya karşı tekrar eski pozisyonumuzu alabilelim.
Ne dersiniz “miyav” diyen aslan tekrar kükreyebilecek mi? Ya da ne zaman kükreyecek?
Bu koronavirüsü ile ilgili yaşanan bu süreç, bize bu fırsatı sunacak gibi… Sizce de öyle mi?