AÇIZ!

Otobüs camından bilinçsiz bir baş kaymasıyla görüldü.

AÇIZ!

Büyük harflerle beyaz bir kâğıda 10 metre öteden okunabilecek şekilde yazılmıştı.

AÇIZ!

Yalın ayak bir adam ve iki çocuğunu avutma derdinde bir anne…

Metropol hayatın kılcal damarlarında yitip giden bir değil tam dört insan hikâyesi aynı karede.

Korna seslerinin egzoz gazlarına karıştığı bir yer altı kavşağında yanlarından geçen binlerce insan da aynı dertte:

“Karnını doyurmak…”

Bunca gürültü patırtı karnını doyurmak için mi yani?

Biraz öyle…

İster bir suiistimalin pençesinde olsun ister acıklı bir hikâyenin orta yerinde dursun bir âdemin elinde tutarak gözümüze soktuğu “AÇIZ!” feryadı bütün insanlığın karnını hüzünle doldurmalı.

Zira o açlık hakikat ise Yaradan’ın rızkına kefil olduğu insan, hayat sınavında dara düşmüş demektir.

Yok değil ise bir aldatmacanın yürek sömürüsünde pusulasını şaşırmıştır da ona eşrefi mahlûkat olduğunu hatırlatmak gerekir.

Meselemizin özeti de esasen yine biraz böyle…

Varoluş ya da yaradılış gayemize uygun olarak hatırlamak, hatırlanmak ve hatırlatmak…

Aksi takdirde milyonlarca insan, bir değirmene düşmüş gibi helezonlar çizerek her sabah ve akşam bir yerlere doğru koşturuyoruz.

Koca koca binaların arasında gidip gelirken unuttuğumuz pek çok şey bir gün gelip karşımıza dikildiğinde acı gerçeklerimizi görmezden gelmenin faydası da yok.

Tam tersine toplum olarak açlığımızı büyütüyoruz.

Açlığımızı doyurmak için daha hızlı hareket etmek istiyor ve erdeme dair birçok şeyi, sırf daha fazla kazanmak pahasına farkında olmadan bir yol kenarına bırakarak ilerliyoruz.

Darda kalmışa yardım etmeyi, vefalı olmayı, hüsn-ü zan ile hareket etmeyi, muhatap olduğu her kişiye iyi niyet besleyerek amiyane tabirle açık kredi bırakmayı “saflık” olarak görmeye başlıyoruz.

Saflık nedir oysa… Temiz, berrak ve ak olan değil mi?

İşte bu basit örnek de olduğu gibi kavram ve tasavvurlarımız yani akıl kodlarımız yer değiştirmeye başlıyor ve değerler yitirilirken iyiyle kötü yer değiştiriyor zihinlerimizde bir bir…

Bir zaman sonra koca bir hiç olduğunu bildiğimiz ama iştahımızı kabarttığı için vazgeçemediğimiz dünyalıklarımız için hızlandırmaya çalıştığımız adımlarımızın bir şeylere takıldığını hissetmeye başlıyoruz.

Acılara…

Hem kendi acılarımıza hem başkalarının acılarına…

Haliyle modern hayat fedaisine dönen insanın açlığına, bu kez acıları ekleniyor.

Ve kara bulutların kapladığı bir şehirde yalnız kalabalıkların yaşadığı kader ağları erdemsizlikten yoksun cadde ve sokaklara dağılıyor.

Geriye dönüp bir yol kenarına bıraktıklarımızı alabiliriz. Bu mümkün.

Fakat onlarsız geçen zaman dilimlerini geri getirmek, yani filmi başa sarmak elde değil.

Hulâsa içinde bulunduğumuz anı yaşarken yavaş adımlarla yürümeyi ve erdemin doldurduğu gönül kâsesini etrafa döküp saçmadan kendimize azık edinmeyi tercih edersek aç kalmadığımız gibi “AÇIZ!” diye feryat edenlerin derdine de deva olabiliriz…