Çay bahçesinde yine “tanıdığımız yabancılar” ve rüzgârla savrulan düşünceler uçuşuyor masalar arasında…
Yeşilliğe gömülü masa ayakları ile bir grup kadının ayakları birbirine karışmış, şen kahkahalarla sohbetin kimi cümleleri yan masalardan duyuluyor. Grup ile bağlantılı çocuklar ise toprakta oynuyor. Titizlik takıntılı bir kadın uyarıyor çocuğu, üstünü başını kirletmemesi için… Oysa “Toprakla oynamak tedavidir” derdi büyükler; toprağı sevenlerin insanı da seveceğine işaretle… Mübarek bilirdik ‘gideceğimiz yeri.’
Bir başka masada ‘yıllara doymuş’ aksakallı bir ihtiyar, sanki ‘ikinci el’ eşya dükkânına bakar bir edayla etrafını kayıtsız gözlerle tararken; geçen yılları düşünüyor, belki de kalan günlerini… Hayatındaki suskunluğunu elindeki tespihiyle ‘kalabalıklaştırıyor.’
Zihnindeki insanlarla tartışan genç bir adam, huzursuz hareketlerle dakikalara ‘can sıkıntısı’ notu düşüyor, bir başına. Nefes alırken dikenler batıyor gibi göğsüne…
Öte yanda genç bir hanım tabağın üzerine ters çevirdiği kahve fincanını açıyor, orta yaşlı kadın falına bakıyor; gerçekten görüyormuş gibi bilmişçe… ‘Fal’ niyetine telve akıtılıyor önce, ortaya çıkan biçimlerin gölgelerine bakarak, aslında herkesin hoşuna gidecek ortalama sözler ediyor. Yine de şaşkınlıklar, sevinç belirtileri, umutla kaplanmış gururlar ve üzüntüler fincana sığmıyor.
Tespih tanelerini normalden hızlı döndürerek, iki kadın arasında geçen hayal ticaretinden rahatsız olduğunu saklamayan ihtiyar, “Gelecekten haber vermek hayaldir, gaybı ancak Allah bilir” diye mırıldanıyor belli belirsiz…
Tabiatın sesi duyuluyor bu hengâme içinde. Bir kuş ötüşü selamlıyor çay bahçesini…
Tek başına oturan bir orta yaş erkeği, bahçeye paralel patika yoldan geçen kâğıt mendil satıcısı çocuğu çağırıyor; yalnızlığını kısa süreliğine ‘renklendirmek’ için.
Beklediği kimsesi olmamasını ve bir yerde oturup zaman geçirmenin ne demek olduğunu bilir misiniz?
Mutluyken su gibi akan zamanın iki dizgini akrep ile yelkovan, yalnızken mıhlanıp kalır.
Çay bahçesinin olmazsa olmazı bir kedi, minik patilerini önce genç adamın bacaklarına değdiriyor; aradığı rızkı ve ilgiyi bulamayınca, bir başka masaya yöneliyor, bu defa dizlerine değdiği kadın da korkuyla irkiliyor. Ancak orada da beklediği ilgiyi görmeyince, belli belirsiz miyavlamalarla uzaklaşıyor.
Dünyanın küçük bir ‘prototipi’ olan çay bahçeleri, insan ömrünün ‘konsantre zamanı’ gibi, birbirinden habersiz müşterilerin gelip geçtiği bir “mola yeri” aslında, küçük bir durak…
Hep gülüp eğlenmiyor buraya gelenler; dertlerini, kederlerini, suskunluklarını, hayallerini birbirine hediye ediyor, konuşmadan…
Çoğunlukla birbirini anlayan, birbirine sevgiyle bakan yüzler olarak dağılıp gidiyorlar.