AK Partinin seçim beyannamesine de giren vaatlerinden asgari ücretle ilgili olanı, yeni yeni tartışılmaya başlandı.
Peki neden?
Çünkü asgari ücret devletten ziyade özel sektörü ilgilendiriyor da ondan.
Şimdi diyeceksiniz ki, önceki seçimde, sözgelimi CHP, bin 500 TL’lik asgari ücret vaadinde bulunduğunda, neden kimse bunu tartışmadı?
Neden iş dünyası, tabir caiz ise gıkını bile çıkarmadı?
Can alıcı sorular bunlar!
TÜSİAD merkezli AK Parti düşmanı iş dünyası, aleyhlerinde olduğunu bile bile CHP’nin bu vaadini görmezden geldi.
Hesapta AK Partinin gitmesi vardı ve bu ihtimal, bahse konu iş çevrelerini ikiyüzlü bir tutuma sevk etti.
1 Kasım seçim sürecinde AK Parti, bin 500 TL’ye göre çok daha makul bir vaatte bulununca, yanlış hesap Bağdat’tan döndü ve iş ciddiye bindi.
Şimdi hep birlikte kara kara düşünüyorlar.
Şunu en başından ifade etmeliyim ki, mevcut şartlardan bağımsız olarak, benim gönlüm gerek asgari ücretin ve gerekse en düşük emekli maaşının, bin 500-2 bin TL aralığında olmasından yana.
Zira insanca yaşama standardının toplumun en alt katmanlarına yansıyabilmesi için bu rakamlar, sadra şifa olabilecek mahiyette sayılabilir ancak…
Ama gerçekte durum ne yazık ki, göründüğü gibi değil.
Ekonominin ağırlıklı olarak yükünü çeken küçük ve orta ölçekli işletmeler açısından bahse konu miktarlar, ciddi bir iş hacmi daralmasını da kendisiyle birlikte getirme potansiyeline sahip.
Bu, şu anlama geliyor.
Üretim maliyetini hatırı sayılır ölçüde yükselten ücretler, bir süre sonra işyeri sahibini, masraflardan kısmaya itecek, bu da üretimin doğal olarak azalmasıyla birlikte işçi çıkarmalarına neden olacak.
Sorun, sadece asgari ücrette değil.
Buna bağlı olarak asgari ücretin üzerinde maaş alan personelin de ücretleri yaklaşık oranlarda artacağından, durum biraz daha kompleks bir hal arz edecek kaçınılmaz olarak.
Makul çerçeveden bakıldığında, devlet, büyük holdingler (yani CHP’nin vaat ettiği miktara sesini çıkarmayıp kulağının üzerine yatan AK Parti düşmanı kalantorlar) hariç, küçük ve orta ölçekli işletmelerin üzerine binecek bu yükün bir kısmını üstlenerek, çözüm adına önemli sayılabilecek bir adım atmış olur.
Bir de şu var tabii…
Ülkenin istikrarlı büyümesinden kendi ölçeğinde istifade eden işletmeler de, elde ettikleri bu nimetin bir kısmını çalışanlarıyla paylaşmasını öğrenmelidir artık.
Aslında iyice düşünüldüğünde bu durumun uzun vadede iş sahiplerinin lehine olduğu da görülecektir. Zira, nispeten az da olsa süreklilik arz eden kazanç, geleceği belirsiz görece olarak fazla gibi görünen kazançtan çok daha kârlıdır.
Buna, inancımız gereği, bir tür infak nazarıyla bakarak, husule gelecek olan bereketin de kazandırdıklarını eklediğimizde, ortaya tahmin edilenden çok daha müspet bir durum çıkacaktır Allah’ın (cc) izniyle.
Türkiye’nin mazlum halklara harcadığı para arttıkça, refahının da katbekat arttığı hakikati, bu hususa dair verebileceğimiz en çarpıcı örnek!..
Unutmamak lazımdır ki, şükürsüzlük, her daim hüsran sebebidir.