Osmanlı Devleti’nin son yıllarına damga vuran isim Enver Paşa’dır. Enver Paşa 41 yıllık ömrünü dolu dolu yaşamış büyük bir devleti kurtarma telaşında iken onun batışına sebep olmuş, şahit olmuş maceracı bir adamdı. Enver Paşa’nın heyecanlı ve idealist yönünü gören Almanlar onun üzerinden diğer emperyalistlere karşı oyun kurmuşlardır. Enver Paşa 1909 -1911 yılları arasında Berlin’de Askeri Ateşe olarak görev yapmıştır. Bu yıllarda Almanların özel ilgisine mazhar olmuş, Kaiser Wilhelm’in özet davetlerine katılmıştır. Bu yıllar içinde zaman zaman İstanbul’a ve farklı bölgelere giderek önemli olaylara müdahale etmiştir.

Almanlar nezdinde Enver Paşa’nın özel bir yeri vardır. Büyükelçilerden daha çok önemsenmiş, adı köprülere verilmiş, adına sigaralar üretilmiştir. Hatta Almanlar o kadar ileri gitmişler ki Osmanlı Devleti’ne Enverland adını takmışlar. Almanya’da Türk izleri için çok önem arz eden hayatı maceradan maceraya koşmakla geçmiş, kendi ifadesiyle “Ölüme koşuyorum ancak Mevla beni koruyor” diyecek kadar durumunun farkında olan Enver Paşa’nın hayatı ibret vesikalarıyla dolu.

Enver Paşa’nın hayatını ve Osmanlı’nın son dönemini 3 ciltlik hacimli kitapta Şevket Süreyya Aydemir nefis bir üslupla anlatıyor. Kitaplarda Şevket Süreyya bir dönemin resmini çekiyor ve bunun içine Enver Paşa’yı yerleştiriyor. Şevket Süreyya’nın bütün kötülüklerin sebebi olarak Sultan II. Abdülhamit’i göstermesi beni kızdırsa da dönemi ve Enver Paşa’yı anlamak için okunması gereken güzel bir kaynak. Roman tadında güzel bir çalışma.

Diğer önemli bir kaynakta Nevzat Köseoğlu’nun “Şehit Enver Paşa” adlı kapsamlı kitabıdır. Köseoğlu Enver Paşa’yı ” mübarek neslin başbuğu” olarak değerlendiriyor. Mustafa Kemal’de “Enver bir güneş gibi doğmuş, bir gurûb ihtişamıyla batmıştır, arasını tarihe bırakalım.”

ENVER PAŞA

1881 yılında İstanbul’da doğdu. Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi’nde öğrenim gördü. Harp Okulu’nu 1899’da piyade teğmeni olarak bitirdi. 1903 yılında kurmay yüzbaşı olarak Harp Akademisi’nden mezun oldu. Selanik’teki üçüncü ordunun emrine girdi. 1906’da binbaşı oldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti kurucuları arasına katıldı. Bu topluluk içinde tutunup, kendini sevdirdi. II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinde önemli rol oynadı. Makedonya Genel Müfettişliği ve Berlin Ateşe Militerliği gibi görevlerde bulundu. 31 Mart olayında Hareket Ordusu’na katıldı. İşkodra mutasarrıfı ve cephe komutanı olarak İtalyan saldırısına başarıyla karşı koydu. 1912 yılında yarbay oldu. 23 Ocak 1913 tarihinde İttihat ve Terakki tarafından düzenlenen Babıali baskınına katıldı. Sadrazam Kamil Paşa’nın istifasını sağladı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iktidarı ele geçirmesinden sonra, Edirne’nin kurtarılmasında önemli rol oynadı. Bu başarısından sonra albaylığa ardından da tuğgeneralliğe yükseldi. 1914’te de Sait Halim Paşa hükümetinde Harbiye Nazırı oldu. Şehzade Süleyman’ın kızı ile evlendi. Orduda bazı düzenlemeler yaptı. Fransız modeli yerine Alman stilini uyguladı.

Birinci Dünya Savaşı’na Almanlar’ın yanında katılmamızda etkin rol oynayanlar arasındaydı. Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisi ile sonuçlanmasından sonra İttihat ve Terakkili arkadaşlarıyla birlikte, önce Odessa’ya, oradan da Berlin’e gitti. Daha sonra Rusya’ya geçti. Anadolu’daki Milli Mücadele hareketine katılmak istediyse de kabul edilmedi. 1920 Eylülü’nde Bakü’de Doğu Ulusları toplantısına katıldı. Batum’da Türkiye Şuraları Partisi’ni kurarak, Türkistan’ı kurtarma hareketini başlattı. Ancak Rus kuvvetleri karşısında başarılı olamadı. 4 Ağustos 1922’de Tacikistan’da, Belcivan yakınlarında bir çarpışmada öldü. Çeğen köyüne defnedildi. Naaşı, İstanbul’da Hürriyet Tepesi’ne nakledildi.

ENVER PAŞA KÖPRÜSÜ

Potsdam yakınlarında Teltowkanal da bir köprüye Enver Paşa’nın adı veriliyor. Bu köprü 2. Dünya Savaşı sırasında bombalanarak yok edilmiş. Şu anda yerinde bir demir geçit var. Enver Paşa gibi bu tarihi köprüde tarihin sayfalarında yerini almış.

DRESDEN’DE YENİCE SİGARA FABRİKASI

Dresden Elbe Nehri’nin kenarında kurulmuş kuleleri ve görkemli tarihi yapılarıyla görülmeye değer bir şehir. Şehre hafta sonu erkenden varıyoruz. Tarihi meydanda bir kafeteryada kahvaltı yapıyoruz. Tarihi binaların arasında insan kendisini başka bir yüzyılda hissediyor. Bu şehir kral III. Augustos zamanında Avrupa’nın kültür ve sanat adamlarının toplandığı mekân olmuş. Kentin adı da ilginç bataklık ormanların sakinlerinin yeri anlamına geliyor. Tarihi meydanda en çok dikkat çeken yapı Kadınlar Kilisesi. Kilise yüksek kubbesiyle, şık mimarisiyle turistlerin ilgi odağı. Almanya’nın birçok şehri gibi Dresden de II. Dünya Savaşı’nın son günlerinde Şubat 1945’te iki gün üste yoğun bombardıman altında kalmış ve şehrin yüzde yetmişi tahrip olmuş. Almanlar bu şehri de aslına uygun bir şekilde onarmışlar. Kilisenin karşısında bulunan kalenin içinde saraylar gezmek için sizi bekliyor. Kalenin avlusundan terasa çıkarak şehrin tarihi dokusunu temaşa ediyoruz.

Buraya geliş sebebimiz Yenice Sigara Fabrikası’nı görmek. Elbe Nehri’nin kenarından ilerleyerek Augostos Köprüsü’ne çıkıyoruz. Kemerli tarihi köprüden şehrin üzerinde yükselen kuleler bir kez daha manzarayı kaplıyor. Bu yüksek kuleler arasında geniş, kubbeli bir bina mimarisiyle diğerlerinden aykırı duruyor. Kubbeler ve kuleler şehrinde bize ait bir kubbe ve minare bize hem heyecan veriyor hem de duygulandırıyor. Bu binanın Yenice Sigara Fabrikası olduğunu bildiğimiz halde bu slüet bize manevi bir hava veriyor. Evet, burası bir Alman mimar tarafından 1909 yılında sigara fabrikası olarak yapılmış adını ve ürünlerinin isimlerini bizden almış bir üretim merkezi. 1899 yılında bina yapılırken 7 kişilik bir Türk heyeti Dresden’e gelmiş. Üretim sırasında da Türkiye’den giden işçiler çalışmış. Binanın kubbesinin üzerinde “Yenidze” yazıyor yani sizin anlayacağınız Yenice. Şu bizim meşhur Yenice Sigaramız burada üretilmiş. Bu gün hala üretilen Salem sigaraları da ilk önce Selamün Aleyküm olarak üretilmiş sonra Salem adını almış. Almanlar Enver Paşa adına da sigara üretmiş kapağına Enver Paşa’nın Napolyon’a benzer fotoğrafını koymuşlar. Bu ne büyük ilgi, bu ne büyük nefse yatırım! Tabii bütün bunlar Enver denen Allah’ın kulunu çok sevmelerinden kaynaklanmıyor, arkasında koca bir cihan devletini elde etmenin en kestirme yolunun bu olduğunu keşfetmiş adamlar.

Yenice Sigara Fabrikası’nı daha yakından görmek için binanın yanına gidiyoruz. Bina şu anda iş merkezi olarak kullanılıyor. Bina yönetimi içerden çekim yapmamıza izin vermiyor. Bu durumda bize de söylenmek düşüyor. “Bre gâvurlar nasıl olsa artık Enver Paşa’da Osmanlı da yok. Artık ihtiyacınız kalmadı nasıl olsa. Enver Paşa zamanında gelseydik bizi Mozart’ın Türk Marşı’yla karşılardınız.”

Dresden’de görülmeye, izlenmeye değer çok fazla eser var. Bizim ki maksatlı ve günü birlik olunca görüntüden ibaret kaldı.

AYAKKABICI AHMET TALİB’İN HİKÂYESİ

Ahmet Talib 1 Mart 1901 tarihinde İstanbul Kadıköy’de doğar. 3 yaşında iken annesini kaybeder. Babası yeniden evlenir ancak Ahmet Talib üvey annesi ile anlaşamaz. 14 yaşına geldiğinde babasını da Çanakkale Savaşı’nda kaybeder. Türk Alman Derneği tarafından eğitilmek üzere Almanya’ya gönderilir. Nisan 1917 yılında 10 gün süren tren yolculuğuyla Berlin’e gelir. Bu tren yolculuğunun bir daha dönüşü olmaz. Ahmet Talib oldukça maceralı ve sıkıntılı bir hayat sürer. Ayakkabıcılık eğitimi almak üzere Brandenburg Fürstenwal’de gönderilir. Hızlı bir şekilde Almanca öğrenir. Ustasının yanından ayrılarak kendi dükkânını açar. Anna Höhnow ile evlenir ve 1927 yılında oğlu Ahmet Rudi dünyaya gelir. Ahmet Talib Türk vatandaşlığından çıkarılır ancak Alman vatandaşı da olamaz. O zamanlar herhangi bir yabancının Alman vatandaşı olmalarına sıcak bakmadıkları gibi bir Almanla evlenmelerine de hoş gözle bakılmaz. Bu durum aile için büyük sıkıntılara sebep olur. Ahmet Talib ancak 1961 yılında Doğu Alman vatandaşı olur. II. Dünya Savaşı sırasında ön cephelerde savaşması emredilir.

Ahmet Talib’in oğlu Rudi Ahmet’le görüşmek üzere evine gidiyoruz. Seksenine dayanmış Rudi Ahmet bizi büyük bir mutluk ve heyecanla karşılıyor. Alman hanımı da konuşmalarımızı dikkatle dinliyor. Rudi Ahmet babasının çok dindar bir adam olduğunu evde yanlız kaldığı zamanlarda Kur’an okuduğunu anlattı. Bize babasının odasında bulunan Kur’an-ı Kerim’i, fesini ve padişahın portresini gösterdi. Babasının fotoğraflarını gösterirken çok duygulu anlar yaşadı. Babası hastalanınca Rudi Ahmet kayıtlı olduğu Protestan kilisesinden babasının İslam usullerine göre defnedilmesini ister ancak kilise bunu kabul etmediği için kiliseden ayrılır. Ahmet Rudi babasını İslam usullerine göre defneder. Mezarına babasının okuduğu Kur’an-ı Kerim’i de koyar.

Ahmet Rudi bunları anlatırken yoğun duygular yaşıyor. Bizde kendimizi bir tuhaf hissediyoruz. Bir kez daha vatan, millet, dinin ne kadar önemli olduğunu anlıyor halimize şükrediyoruz…