Hikâye edildiğine göre Abbasi döneminin en büyük edip ve şairlerinden biri olan Asmai bir gün soylu olduğunu düşündüğü bir çocuk görür. Ona şöyle sorar: Evlât, yüz bin dinarın olmasını ama ahmak olmayı ister miydin? Çocuk cevap verir: Hayır, vallahi istemezdim. Zira ahmaklığım yüz bin dinarımı kaybettirirdi ama ben hep ahmak kalırdım!

Nisa sûresinin başındaki ayetler, servetini fütursuzca tüketen aklı kıt insanlardan söz eder:

“Allah’ın koruyasınız diye sizin sorumluluğunuza bıraktığı malları, muhakeme yeteneği zayıf olan (mal sahiplerinin) eline terk etmeyin! Fakat bu mallarla onları yedirin, giydirin ve onlara (duruma) münasip bir dille izah edin!” (Nisa 4:5). Sonra yetimlerden bahseder ve tecrübelerini geliştirecek işlemlerinde onlara vekâlet etmemizi emreder:

“Yetimleri, evlenme çağına gelinceye kadar gözetleyin.” Yani ergenliğe ve fiziksel olgunluğa ulaşana kadar. “Ama eğer aklen olgunlaştıklarını tespit ederseniz,” yani temyiz kudretlerinin geliştiğini, olayları ayırt etme becerisine sahip olduklarını, pahalı bir malı ucuz bir fiyata satmayacaklarını, ucuz bir malı da pahalı bir fiyata almayacaklarını düşünüyorsanız, işte o zaman “mallarını kendilerine geri verin!” Allah, bu talimatın hemen arkasına şunu ekliyor:

“Büyüyüverecekler diye mallarını alelacele ve saçıp-savurarak yemeye kalkmayın: İhtiyacı olmayan kimse tenezzül etmesin!” Yani onlara vesayet etme ve mallarını gözetme görevini karşılıksız yapsın. Ancak, “muhtaç olan da münasip bir biçimde yararlansın!” Yani münasip bir ücret alsın (Nisa 4:6).

Yetimlere ve aklı kıt insanlara vesayet örneğinde olduğu gibi, olgunlaşmış toplumlar da yoksul ve zayıf toplumlara -olgunluğa ulaşmaları, her şeyi heder etme durumdan çıkmaları ve yaşadığımız bu dünyada işlerin nasıl yürüdüğünü anlamaları- için yardımcı olmalıdır.

Gel gör ki, aynen bireylerin aptalları gereksiz harcamalarıyla baş başa bırakması, yetimlerin mallarını haksız yere yemesi ya da onları miraslarından mahrum bırakması gibi; toplumlar ve devletler de bu davranışı birbirlerine karşı uygulamaktadırlar. Milletler birbirlerinin servetlerini yağmalıyorlar. Soyguncular -olgunluğa erişip de haklarını bilmeden önce- ahmak hükümetleri sömürmekte ve başka halkların servetlerini çalmakta hızlı davranıyorlar.

Çoğu zaman yerel zorbalarla küresel zorbalar cahil halkları çifte yağmalamada işbirliği yaparlar. Böylece -önce yerel vesayetçiler, ardından küresel vesayetçiler tarafından- iki kez soyulmuş olurlar.

Bu yağma; başka toplumların hammaddelerini, kabiliyetlerini ve servetlerini çalarak gerçekleştirilir. Bazı toplumları da israf afetinde boğarlar… Para israfı, zaman israfı ve insan enerjilerinin israfı… Doğal kaynaklarının bolluğuna rağmen insanları yoksullara dönüştüren israf… Doğal kaynakları olmayan toplumları da borç bataklığında boğarlar. Borcun aslını geri ödemek şöyle dursun, faizini bile ödemekten aciz kalırlar.

Çocuğun Asmai’ye cevabında dediği gibi “ahmak malını harcar bitirir, ama ahmaklığı baki kalır.” Dünyadan kopuk cahil bir toplum katmerli sorunlar yaşar. Çifte soygun sorununa, pahalı malların ucuza satılması, ucuz malların da pahalı satın alınması sorunu da eklenir.

İsraf felaketi, borçlar ve vesayetçilerin bankalarına yatırılan paralar krizi… Tüm bunların üzerine, yağma ve soygundan geriye kalan parasını da götürüp vesayetçilerine vererek devasa fiyatlarla –satanlara servet kazandırmaktan başka- hiçbir işe yaramayan silahlarını satın alır!

Sonuç olarak… Benim elimden, servetlerimizin, potansiyellerimizin ve yeteneklerimizin kaybına neden olan durumdan kurtulmak için uyanışın önemini yinelemekten ve çözümün bilim ve bilgide olduğunu, ebeveynlerimizin bize çizdiği çerçeveden çıkmakta olduğunu tekrar tekrar vurgulamaktan başka bir şey gelmiyor…

Kur’an’ı ve tarihi okuyup olaylardan ibret almalıyız. Yaşadığımız dünyaya gelmeli, çağdaş medeniyetin yasalarını ve ilkelerini keşfetmeliyiz. Zira cahil insan savaşa girse başarısız olur, barış yapsa zarar eder. Tarım, sanayi ve ticarette başarısız olur. İnovasyon yapamadığı gibi düzgün taklit bile yapamaz. Her yaptığı iş aleyhine dönebilir. Aynen Celaleddin Rumi’nin dediği gibi: “Dokunan herkesi hasta eden bir illet…”

Arapçadan çeviren: Fethi Güngör