Pek çok kişi için çok gerilerde kaldı belki ama benim için her an biraz daha tazeleniyor yaşadığım acılar.

İçinde bulunduğum (SEVDA KUŞUN KANADINDA) dizisinde çektiğimiz 6. bölüm benim için büyük bir travmaydı. Zira yaşadıklarım gözlerimin önündeydi ve tekrarlanıyordu.

Bu yüzden sahici, bu yüzden can yakan bir hal aldı.

Tam da o dönemin acılarını anlattığım Beyaz Usta Siyah Çırak romanımın piyasaya çıkacağı şu günlerde…

Buyurun haziran ayında çıkacak olan romanım (BEYAZ USTA SİYAH ÇIRAK) romanımdan bir parça.

“Memleket karışıktı, bu karışıklık içerisinde onca yaşanmamış şeyi tamir etmemize fırsat tanımadılar. Kavga zamanıydı şimdi, memleket elden gitmemeliydi. Anadolu’nun samimi evlatları memleketlerinin mutluluğu için var güçleriyle birbirlerini öldürdüler. Böyle olması gerektiğine inandılar, inandırıldılar.

Anne babalar evlatlarının canları için bir kurtarıcı beklediler safça. Kurtarıcı olarak yolunu gözledikleri, çocuklarının asıl katilleriydi.

Bazen yakarsın geceyi alev alev, bazen de o seni yakar cayır cayır.

Onlar bu mücadelede yer aldıklarında evlerinin güvenli, ailelerinin huzurlu olacağına inanmışlardı sanırım. Mücadele bittiğinde eve dönecekler, huzurlu hayatlarına devam edeceklerdi.

Unuttukları şuydu: Eve dönemeyecekler, aksine evler yangın yerine dönmüş olacak; sığınacak ne bir ev kalacak ne de evdekiler.

Eve dönüş yolunun huzurlu saatlerinin yerini darağacında asılanlar, intihar edenler, sürülenler, ötelenenler ve mahkeme kapılarında esir edilenler alacaktı ne yazık ki. Aileler darmaduman. Yaman, ah ne yaman bir zaman.

Devlet ana, kayıp hayatların şah damarına sokuluyor, kesip atıyordu evlatlarını.

Bizimkiler gibi daha pek çokları bu durumu hesaplayamamışlardı.

Devlet dedikleri korunası kutsal varlık çocuklarını çıtır çıtır yiyecek ve ona kimse ses çıkaramayacak, minnet duyacaktı.

Devlet senin inandığın devlet mi ki bu denli kucağına sokuluyorsun?

Fertlerin mutluluğunu esas alan bir devlet mi ki ona inanıyorsun?

Devlet dediğin, onu ele geçirenlerin kendi aşağılık çıkarları için pek çok oyunu hazırlayan, kardeşi kardeşe vurduran, buna göz yuman, bunu kışkırtan hatta planlayan değil mi?

Onlar bilindik sözleri tekrarlıyorlar, oysa bilmiyorlar karanlık zihinlerinde esir edilmiş ‘barış ve huzur’ kelimelerinin ne acılar çektiğini ağızlarında.

Hepimiz ailece bir masanın başında neden yemek yiyemedik?

Neden bir masa etrafında toplanamadık? Mutlu sohbetlerimizi kim engelledi? Bu bize neden çok görüldü?

Sofralarımızı darmadağınık hale getirenlerden hesap bile soramadık, sustuk.

Onlar, devletin kitabı ile koruma altına alındılar. Devlet önemliydi, devletin âli menfaatleri vardı. Peki ya insan?

Yaşadığımız günlerde bunun bir önemi yoktu. Birey, feda edilecek bir araçtan başka bir şey değildi devletin bekası için. Amaçlarına ulaşmak için kullanılıp atılacak varlıklardı sadece insanlar.

Öyle buhranlı bir dönemdeydik ki toplumun işin aslını düşünecek zamanı yoktu. İnsanların gerçeğin peşine düşmesini beklemek beyhude bir çırpınış oluyordu.

İnsanların can derdine düştüğü puslu havayı seven asıl oyun kurucular, kurdukları oyunu izleyip bıyıklarını sıvazlıyorlardı.”

Hayat öyle sürprizlerle dolu ki bazen yıllar önce yaşadıklarınızı size günü geldiğinde bir televizyon dizisinde birebir aynen yaşatıverir ve siz sadece ağlarsınız…