Bu iki devletin kadim dostlukları bilinir. Bazılarına göre ise sadece dost görünürler. Diğer bir iddia, İsrail’in her zaman ABD’yi yönlendirdiği üzerine inşa edilir. Yani Amerikalıların ipi İsrail’in elindedir. Başka bir bakış açısına göre ise Amerika İsrail’i yönetir, Orta Doğu’da Amerikalıların temsilcisi olarak İsrail görev yapar. Bu tartışma çok su götürür.
Bu iki ülke birbirleriyle hiç çatışmaz mı? Anlaşmazlık yaşadıkları konular yok mudur? Soruları eksenindeki serüvenimizi başlatalım.
Farklı gerekçelere de sahip olsa, bambaşka bir minval üzerine de otursa Almanya-İsrail ilişkileri gibi ABD-İsrail arasında da nevi şahsına münhasır bir özel ilişki biçimi bulunur. Amerika’da bulunan Yahudi lobisi burada çok özel bir işlev görür.
Filistin özelinde düşünmek gerekirse her şeyden önce Amerikalılar, uluslararası toplum ve Birleşmiş Milletler ile aynı şekilde iki devletli çözümü desteklemektedir. Trump zamanında bir zikzak dönemi geçirilmiş olsa bile Amerikan geleneksel bakış açısının bu yönde olduğunun bilinmesi gerekir. İsrail ise bu düşünce de değildir. Farklı politik yaklaşımlar değişik evrelerde kendisini gösterse de burada temel bir ayrılık bulunur.
Larry Collins ve Dominique Lapierre’nin “Kudüs… Ey Kudüs” adlı kitabında da geçtiği üzere daha İsrail kurulmadan önce1947’de Yahudiler, Birleşmiş Milletler’in kararlarına uymama alışkanlığı edinmişti. O dönem Yahudiler, Birleşmiş Milletler ve Amerikalılara rağmen kendi isteklerini sürekli dayatarak kabul ettirmeye çalışıyorlardı. Öyle ki Amerika’daki en büyük destekçilerinden olan Başkan Harry S. Truman bile artık Yahudilere kapıları kapatma seviyesine gelmişti. Yahudilerin ısrarla görüşme taleplerine Amerika Başkanı’ndan sürekli olumsuz cevaplar gelmişti.
Daha sonraki yıllarda Orta Doğu’da da bir anlaşmazlık yaşandı. 1956 yılında Mısır Kralı Faruk’un devrilmesiyle iktidara gelen Abdülnasır, Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini ilan etmişti. Bunun sonucunda Fransa, İngiltere ve İsrail Mısır’a saldırma kararı aldı.
Fakat iki karşı blok olan ABD ve SSCB arasındaki kutuplaşma bu dönemde çok yoğundu. Böylesi bir dönemde Arapların tepkisini çekmemek, Orta Doğu coğrafyasını Sovyet nüfuz alanına terk etmemek için Amerikalılar İsrail ve diğer Avrupa ülkelerini yalnız bıraktı. Kadim dostluklar rafa kaldırılmış, Realpolitik devreye alınmıştı. Öyle ki Birleşmiş Milletler’in İsrail’e koyduğu yaptırımlar da dâhil olmak üzere Amerikalılar İsrail’e karşıt konumdaydı.
Yine 1980’lerin başlarında İsrail’in Lübnan’a müdahalesi ABD ile sorunlar yaşanmasına neden olmuştu. İki ülke arasındaki özel ilişki biçimi yara almıştı. 1983 yılında Beyrut’ta yapılan saldırılarda 241 Amerikan askerinin öldürülmesi ve iki ülkenin karşılıklı olarak güvenlerinin zedelenmesi sorun yumağını artırdı, problemlerin derinleşmesine neden oldu.
Sonuç olarak söylemek gerekiyor ki ABD-İsrail arasındaki ilişkiler lineer bir çizgi şeklinde doğrusal ve hep aynı yönde gitmemektedir. İsrail’in varsa şayet başarısı kendi ülke çıkarları doğrultusunda Amerika’daki Yahudi lobisinin de gücünü alarak bu ilişkiler yumağını doğru şekilde yönetebilmesinde aranmalıdır.