Meramımızı kelimelere dökmeden, sözle değil gönül diliyle anlaşabileceğimiz, ortak bir ideal ve kültür hamurunda yoğrulduğumuz, Necip Fazıl’ın deyimiyle kullanıla kullanıla ‘içinden incisi düşmüş istiridye kabuğu’ haline gelmiş medeniyet mefhumunu, düştüğü yerden olması ve durması gereken yere taşıyacak mana ve dava adamları arıyoruz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birlik Vakfı’nda yaptığı konuşmada “Çocuklarımızı medeniyet tasavvurumuza uygun şekilde yetiştirme hususunda başarı gösterebildiğimizi maalesef söyleyemiyorum; ama vakit geçmiş değil, bunu başaracağımıza yine inanıyorum. Ümitsiz değilim, ümidimi koruyorum. Şimdi mesele süratle mazrufu güçlendirmek. Zarf tamam; ama mazrufta sıkıntı var” diyerek önümüzdeki yılların hedefini belirlemiş oldu.

Bu yıl biterken, çocuklarımızı medeniyet tasavvurumuza uygun yetiştiremediğimiz 13 yılı böylece bitirmiş oluyoruz.

Dediği gibi vakit geçmiş değil; gelecek yılların, geçen yıllara nazaran daha bir gayretli, şuurlu, samimi ve bir o kadar da istikrarlı bir çalışmayla kazanılacağı ümidini hâlâ ve her daim muhafaza ediyoruz.

Ediyoruz; fakat camiamızın artan imkânları ölçüsünce azalan kaliteli ve liyakatli insan meselesini nasıl halledeceğimizi bilemiyoruz.

Cumhurbaşkanı’nın aynı konuşmada sıklıkla vurguladığı davanın şuurunda bir nesil yetiştirebilmek için olmazsa olmaz olan dava adamlarımıza hak ettikleri kıymeti vermiyor, sonra da geçen yıllara bakarak dizimizi dövüyoruz.

Mevcut dava ve gönül adamlarımızı öyle veya böyle bir şekilde küstürüyoruz.

Dava ve gönül adamından kastımız şudur ki; derdi memleket ve bu memleketin gençliği olan, onları kahve köşelerinden, batakhanelerden, her nerede ziyan oluyorlarsa oradan toplayan, sabah namazı ve kitap okuma halkalarını genişleterek memleket sathına yayma azmiyle mücadelelerini devam ettiren ve bunu yaparken de kimseden herhangi bir maddi karşılık beklemeyen serdengeçtiler.

Biz bu insanları ne yazık ki, bakanlıklarda, parti teşkilatlarında ve ilgili gençlik merkezlerinde bulamıyoruz.

Bu insanlar da dava dediğimiz mefkûreyi ocaklaştırmak için, cilalı salonlar, son model arabalar, dolgun maaş çekleri istemiyorlar.

Ellerindeki ve ceplerindekini gençlere kitap almaya, dergi ve gazete çıkarmaya harcayan bu insanları arayıp bulmak ve eğitim kademesine dâhil etmek gerekiyordu, 13 yıl geçti olmadı.

O televizyondan bu televizyona program program koşan ve çıktıkları program, yazdıkları köşe adedince menfaat devşirenlerin yanında bu dava ve gönül adamları seslerini -düzeltiyorum- ıstıraplarını duyurabilmek için borç para bularak çıkardıkları neşriyatlarla gençliğimizi safta, zinde ve diri tutmaya çalışıyorlar.

İnanın bana Medeniyet tasavvuru dediğimiz o yüzyıllık terkip ve binlerce kitaptan damıtılacak tertip, makamla, mevkiiyle, makam arabası ve şoförüyle, kuru parayla, içi boş eğitim kurumlarıyla, fikirsiz ve zikirsiz gazete ve matbaa tesisleriyle, entel dantel televizyon programlarıyla olmuyor.

Neden, Karakoç’tan habersiz, Necip Fazıl’ı “Çile” şiir kitabından, Akif’i “Safahat”tan fazla, Nuri Pakdil’i ise hiç tanımayan bir gençlik yetiştirdik?

Ve neden ders kitaplarında, gençlik merkezlerinde, parti gençlik kollarında bu isimlerin eserleri 13 yıldır hak ettikleri yeri alamadılar?

Bunu düşünelim.

Derim ki, ömürlerini davaya vakfetmiş, ülkenin, ümmetin ve gençliğin geleceği için kaygı duyan gönül ve dava adamlarını küstürmeyelim, bu insanları bir şekilde gençlik yetiştirme hedefine dâhil edecek uygulamalar geliştirelim.