Süper Lig şampiyonluğunu Beşiktaş’a kaptıran Fenerbahçe, önceki gece de Ziraat Türkiye Kupası’nı Galatasaray’a altın tepsi içinde sunarak yaz-kış deplasman demeden hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan ve kendini takımına adayan taraftarlarını bir kez daha hüsrana uğrattı. Peki, bu sezonun hesabını kim verecek, kim üstlenecek? Bu taraftar hangi birinize katlansın; başkanın kapris ve inadına mı, takım üzerinde teknik taktik anlamında hiçbir etkisi olmayan yetersiz hocasına mı, yoksa dünyanın parasını kazanan sözde yıldızlardan oluşan futbolcusuna mı; kime? Allah bu taraftara sabır versin.

Kalede Fabiano’yu oynatmak durumunda kalan Pereira, defansın sağında Şener, solunda Hasan Ali, göbekte Kjaer ve Ba’ya görev vermiş.

Kadroya baktığımda hocanın “Ben bu finalde kupayı kazanamam, kovulur, tazminatımı da alır giderim” dediği şüphesi uyandırdı bende. Örneğin Gökhan Gönül yedek kulübesinde… Eğer sakat ise neden o kulübede, yok sakat değilse -ki, değil- sonradan neden “kurtarıcı” olarak oyuna dahil ettin? Bruno Alves nerede, neden yok? Sen sıradan bir Anadolu takımıyla grup eleme maçına çıkmıyorsun, karşındaki rakibin Galatasaray. Şener’e bakıyorsun, iki pası art arda yapamıyor, ayağına aldığı her topla yokuş aşağı freni patmış kamyon gibi gidiyor. Her gidişte önüne çıkan rakibine tosluyor. Şener sürekli görev almadığından olsa gerek form grafiği çok düşük.

Hasan Ali de evlere şenlik. Onun da topu havaya kaldıracak, etkili kavisli orta yapacak bir tane pozisyonu yok. Bırakın atağa çıkmayı asıl görevi olan savunmada rakibini karşılamaya mecali yok. Hocanın ve başkanın Caner inadı bu sezon pahalıya mal oldu. Belirttiğim üzere, başkanın kaprisi, inadı bu işlerde etkili oluyor. Özür dilemesine rağmen Caner’i affetmeyerek Hasan Ali ile çile çektiriyorsunuz bu taraftara… Yazık. Caner Erkin bu ülkenin milli takımının en iyi, en kaliteli sol beki; tıpkı Gökhan Gönül’de olduğu gibi.

Futbol önce yetenek sonra da zeka işi, ikisinden biri eksikse ortaya dünya yıldızı diye bize sunulan Nani çıkıyor. Adam çalım atma sevdasından futbolun bir takım oyunu olduğunu unutmuş ama tabii ki yine Pereira’ya getireceğim sözü; çünkü Nani’ye 90 dakika tahammül eden o…

Aslında zor değil işte; yani bir kez, sadece bir kez doğru karar verse, örneğin Robin van Persie-Fernandao değişikliği yerine Souza-Fernandao hamlesini yapsa, rüzgar terse dönecek. Rakibin ikinci yarı kapanmış, üzerine gelecek hali yok, adamlar orta sahayı zor görüyor, oynasana çift santrafor. Bunu yapsan sen, o zaman seyret bakalım sonuç ne oluyor. Ama nerede bu hamleyi yapacak cesaret!

Yaptığı yanlışların en yanlışı da Alper-Markovic değişikliği… Adam 4 aydır sakatlıkla boğuşmuş. Böyle durumlarda, sakatlıktan çıkan futbolcu, hele bir de Avrupa’dan kiralık olarak sana gelmiş ve bir de son maçı ise, tekrar sakatlanırım korkusu ile risk almaz. Hani bir deyim vardır, “Komşunun kedisi sana fare tutmaz”, ona gibi, rakip topyekûn kendi yarı sahasına kapanmış, boş alan bırakmamış. Markovic sprinter oyuncu, yani kontra oyuncu, boş alan bulup koşacak. Zaten oynadığı maçlarda başka da yaptığı bir şey yoktu; hatta bu uğurda Sayın Pereira haftalarca Volkan Şen’i de köreltmek üzereydi ki imdada Markovic’in sakatlığı yetişti.

Vito Pera bir anlamda kırmızı sarkık (yani tavandan sarkan süs lambası) ile ortaya çıkan koskoca umutların bittiği nokta. Borsada düşüş yaşayan hisse senedi gibi kalitesini inkar eden takımın adıydı Fenerbahçe. Geceyi aydınlatamayan cılız sarkık ışıktı Fenerbahçe; akordu bozuk enstrüman misali…

Galatasaray’a kupası hayırlı olsun. Ligde büyük ikramiyeyi Beşiktaş kaptı, geriye kalan teselli ikramiyesi Cim Bom’un oldu. En azından taraftarını mutlu etmek adına ve UEFA’da çekeceği 1 yıllık cezasını erken kapatmak adına 45 dakika da olsa onurlu bir mücadele örneği verdiler ve tebriki de alkışı da hak ettiler.