Meslek büyüğümüz -bazıları bu tespite kızacak ama olsun- rahmetli Tekin Erer (1921-1997)’in, 1964 yılında Yeni İstanbul Gazetesi’nde tefrika edilen “Basında Kavgalar” dizi yazısı bir yıl sonra kitaplaşmıştı. Rek-Tur Kitap Servisi’nden çıkan eser kısa sürede çok satanlar listesine girmiş, yakın geçmişe kadar da ilgiyle okunmuştu. Solculuk-sağcılık, milliyetçilik-komünizm mücadelesinin tarihçesi hakkında aktüel kaynak arayanlar için de bir başucu kitabı idi. Erer, 1937’de gazeteciliğe başladığı için kendi dönemi içindeki kavgaları taşımıştı sayfalara. 1962’de de dosyayı kapatmıştı.
Kitapta, Cumhuriyet-Tan, Yeni Sabah-Cumhuriyet, Nihal Atsız-Sabahattin Ali, Tan-Tanin, Cumhuriyet-Fahri Kurtuluş, Yeni Sabah-Vatan, Peyami Safa-Aziz Nesin, Necip Fazıl-Bedii Faik, Son Havadis-Akşam kavgaları çok az bir yorumla tarafsız biçimde aktarılmıştı.
Bugün memlekette 1 buçuk gazete kaldı. Biri de buçuğu da çok iyi biliyoruz. Buçuk muharrirlerinin sesi neden bu kadar çok çıkıyor diye kafa yoranlar için yukarıdaki kitaba dikkat çektik…
Hem bugün pazar…
Millet keyfinde- âleminde… Neden ağdalı cümlelerle pazar keyiflerini bozalım, öyle değil mi ya?!
Bugün gazetelerin köşe başlarını tutmuş olanların büyük çoğunluğu tartışma adabından, terbiyesinden, ahlakından yoksun. Durum böyle olunca ortaya bir fikir sancısı, bir medeniyet ölçüsü filan çıkmıyor. Şahıslar ve kurumlar üzerinden ya bir durum değerlendirmesi yapılıyor veyahut rant devşirilmeye çalışılıyor. Hal böyle olunca da zaten yerlerde olan meslek ahlakı iyice yerin dibine geçiyor.
Yukarıda söyledik: Peyami Safa–Aziz Nesin, Nihal Atsız–Sabahattin Ali veya Bedii Faik–Necip Fazıl kavgalarına -aslında kavga demek de doğru değil- baktığımızda ortada gerçekten bir kalitenin olduğunu çok rahatlıkla görebiliriz.
Son Posta yazarı Necip Fazıl ile Dünya yazarı Bedii Faik’in hararetli tartışmaları, Üstad’ın galibiyetiyle son bulmuş. 1962’de… Sadece son yazısından birkaç cümle aktarmak istiyoruz:
“Üstüme söverek gel, bayılırım; fakat sövmen bir fikir öfkesine, bir sinir düşüncesine bağlı olsun. Böyle gelebiliyor musun? Sen yalnız külhanbeyi lügatine göre sövüyorsun… Bilgiyle gel, köle olurum; elverir ki, bu bilgi, hak ve hakikat çilesi yolunda yanlışlarla dolu olsa da yine bir bilgelik olsun… Sen yalnız, aslanın iki ayağı arasına sığınıp, faaliyetine engel gördüğün kediyi rapor eden sıçana benziyorsun. Fikrin yok, hakikatin yok, bilgin yok, ihlasın yok, güvenin yok ve düşün, bunlardan tek tek pay almış olacak çapta …… yok.”
Mesela o günlerde faşizm en çok tartışılan meselelerin başında geliyor. Fakat faşistlikle suçlanan yazarlara, bu iddianın sahipleri öyle faşizanca yükleniyorlar ki şaşmamak elde değil. Sabiha Sertel’in eleştirildiği bir yazıda “Sertel faşistliğin aleyhinde bulunurken, kendisi de aynı faşist ruhu taşıdığı kanaatini veriyor” cümleleri yer alabiliyor.
Ve daha birçok mesele…
Dememiz odur ki: Ey söz sahipleri, kalem efendileri! Sözü yormayın! Kelimelerin canını çıkarmayın! Söyleyecek ‘yeni’ bir sözünüz varsa konuşun. Ama sadece bildiğiniz konularda konuşun. Ahkâm kesmeyin, bilgi verin. Hakaretle eleştiri arasındaki sınırı iyi bilin. Kul hakkından korkun. Olur olmaz yere sallarken bir gün öleceğinizi hiç aklınızdan çıkarmayın. Biraz dik durun, adam olun, rüzgârgülü olmayın. Doğrunuza iman ediyorsanız varsın herkese göre yanlış olsun, onu savunun; onun mücadelesini verin.
Üstad’ın da söylediği gibi, bir fikriniz olsun, hakikatiniz olsun, bilginiz olsun, ihlasınız olsun, size güven duyulsun, özsaygınız olsun…