Bilmiyor değilim; Ramazan Bayramı’nın ‘dördüncü günü’ yok. Üç günlük bayramın, dördüncü gün yazısı olur mu? Olur! Çünkü bayram bir eşiktir, sonrasına şamildir. Sair vakitleri dal budak çiçeklendiren bir ‘nüve vakit’tir. Gelmiştir ama geçmez. Üzerimize geçirilmiş gömlek gibi; tenimizde kalır dokunuşu. “Geçmiş” olmaz bayram; gökyüzü gibi hep burada hep şimdidir. Yağmurlar oradan yağar. Nefesler oradan alınır. Güneş oradan doğar, batar. Üzerinden bayram geçmiş biriyiz artık… Adresimiz ‘bayram’ kalacaktır.

Oruç bağından ‘kurtuluş günü’ değildir bayram. “Ruhu emziren bekleyişler”in [Bir Haşmet Babaoğlu tabiri!] geride bırakılması değildir. Çocuksu sevinçlerin şeffaf ipine dizilmiş insan tanelerinin dağılışı değildir. “İpini koparmak” değildir bayram. Kalbini sadece Allah’a göstererek var olma temrinini unutmaya gelmez bayram. İftara kadar şeffaf bir ihtimamın göğü altında nefeslendiğini fark eden insana, “buraya kadar!” demeye gelmez. Elini vicdanına koymayı öğrenmiş, niyetiyle var olmanın tadına varmış insanı tatile göndermeye gelmez. “Her şeyle bağını merhamet üzerinden kurma” ödevini sürdürmek için eğilir avuçlarımıza. Sıla-yı rahim muallimi Hz. Peygamber’in safına geçmeyi itibar hanemize yazdırmaya ahdeder.  

Hayret duygumuzu yenileyerek geldi bayram. Gönlümüzü minnet makamına yeniden oturtarak gitti. Hayreti artmış, minneti derinleşmiş bayram ehli olarak, başka türlü yaşamaya niyetliyiz artık. Dünyada cennet lezzeti tattık. Aşağılardan yukarıların tadını duymaya alıştı can kulağımız. Gurbette sılanın huzurundan bir renk çalındı ruhumuza…

Buralı değiliz; anladık. Yola çıkardı bizi bayram. Gurbet yollarının tozunu kaldırdı çoktan. Burada kalamayız; gördük. Yol oldu bize bayram. Bayramdan da yoldan da çıkarmasın Allah…