Biz futbolu konuşalım diyoruz; futbolun içine kamufle olmuş kriz antenleri, hayır kriz konuşalım diyor. Her aile içinde kriz olur bu normaldir diyoruz. Bu sefer de tost peynirleri devrede, istediğiniz şekilde kriz yoksa biz buluruz der gibiler. Milli takımımızın içine düştüğü veya düşürüldüğü bu kaos ortamının bir zamanlar televizyonlarda izlenme rekorları kıran paparazzi programlarına taş çıkaracak seviyeye gelmiş olması ne acı değil mi? Teknik heyetten futbolcusuna, hatta federasyonundan başkan ve yöneticilerine kadar A’dan Z’ye dedikodu kazanının içinde fokur fokur kaynatılmaktalar, hem de son kozumuz olan Çek Cumhuriyeti maçına saatler kala. Laf salatası üretir, herkesi birbirine düşürür, alnına da etiket çakar, adına da bol dedikodulu ithal krizimiz geldi diye piyasaya sunarlar. Nasılsa müşterisi çok bu işin,  zarar falan da etmezler yani, sadece zarar verirler. Vay efendim Fatih hoca şöyle dedi, Arda bunu dedi, Burak şunu istedi… Ayıptır ya, günahtır ya, sizler nasıl vatanseversiniz, nasıl Türk’sünüz? Milli takım kaptanını yuhalamalar, hedef haline getirmeler… Kardeşim, futbol takımlarında genelde hoca baba gibidir, oyuncular da evlattır, yapmayın etmeyin yazıktır ya… 

Televizyonların reyting uğruna yaptıkları spor programlarında artık sinir sistemlerinin en uç noktalarına vurgu yapmaları ve boy boy model model yorumcu kullanmaları işin boyutunun nerelere geldiğini gayet net göstermektedir. Kullandıkları yorumcuların birçoğu sözüm ona futbolun içinden gelenler… Ya teknik direktör, ya emekli olmuş biz gibi eski futbolcular, ya da eski püskü hakemler. Buraya kadar normal gibi görünse de -çünkü herkes futboldan gelmiş ya- anormal olanı konuşmaya, yorumlamaya başlarken içlerindeki kini, nefreti bağıra çağıra ekranlarda kusmalarıdır. İçlerindeki nefreti öfkeye dönüştürerek duygularına gem vuramadan insanı izlerken bile futbol denen bu oyundan zamanla soğuyor olmasıdır. İşin daha da tuhafı futbolumuzu dinamitleyenlerin içinde içleri çürümüş, milli duyguları yok olmuş kişiler var. Domatesçilik yapan mı dersin, doktorculuk oynayan mı dersin, bunlar ne demişlerdi: “Yok şu oyuncuyu milli takıma alırlarsanız şöyle olur, bunu alırsanız böyle olur, yok ben bu milli takımı takip etmem, desteklemem, hatta köşemde yazmam” falan. Bu işin vebali, onlara bu imkânı tanıyanlar ve reyting uğruna o ekranlara çıkaranlardır. Bunlar haklının yanında olamazlar ancak yapabildikleri tek şey küfrün, kâfirin destekçisi olmaktır. Düne kadar Volkan Demirel’in küçücük çocuğuna küfredenlerden yana çıkan, onlardan ilham alanlardır. İşte eseriniz beyler; nasıl, güzel mi? Ama siz bunu da kabul etmezsiniz, sizin o kadar çok tost peyniri olmuşluğunuz var ki siz masum çokbilmiş eskilersiniz.

Allah’tan dileğim odur ki vatanın bu evlatlarının başlarını gerek içerideki gerekse dışarıdaki mihraklara karşı eğdirmemesidir. Bizler yangına körükle gittikçe iç ve dış mihraklar geviş getirmeye, salyalarını akıtmaya devam edeceklerdir. Milli takımımızın başarısız olmasını dört gözle bekleyen seviyesiz ve dar vizyonlu sözde yorumcular kazanın altını yakıp odun atmaya devam etmektedirler. Sevgili ülkemin her karışında at oynatan iblisler bu sefer de futbolumuza el atarak kaos üretmek istemektedirler. Bizler inancı güçlü olan bir milletiz, zor olanı ise imtihanımız sayarız. Şu an zor ama imkânsız değil. Onun için inancımızı yetirmeden mücadelemizi vermeliyiz; gerisi Yaradan’ın işi. Hakkımıza hayırlı olanı ne ise öyle sonuçlanır inşallah. Bugün burada İspanya maçında gördüğümüz eksiklerimizi açıklarımızı paylaşacaktık lakin olmadı. Konuşamadık. Futbolun tekniğiydi taktiğiydi yerine bu seferlik bu mihrakların kendi anlayabilecekleri lisanla yaklaştık, onların açtıkları kriz mevzuuna. Onun için de tüm kalbimle ve samimiyetimle affınıza sığınıyorum; sürçü lisan ettiysem affola.

Yine de futbola dair iki çift laf etmeden geçemeyeceğim…

Bizim Avrupa futboluna karşı en büyük eksiklerimiz, özgüvenimiz, cesaretimiz ve kendimize olan inancımızdır. Bu sendromlarımızı aşmamız lazım. Yani rahatsızlığımız sadece bunlar. Bu kadar basit. Yoksa geri kalan her şeyimiz tüm rakiplerimizle aynı saha, aynı çim, aynı meşin yuvarlak, aynı kale direkleri ölçüleri, aynı kalite anlamında, ayağımıza giyip sahaya çıktığımız krampon ve üstümüzdeki formada aynı. En az onlar gibi düşünüp, en az onlar kadar oynayabilecek kabiliyetli ayaklar, bu ayaklara eşlik edecek zekalar ve tabii ki takımına oyuncuna sahip çıkabilecek, ay-yıldızlı bayrağına aşık “temiz kalpli yürekler” kalıyor…