Temel bilimler alanı akademinin temel konularından biridir. Sosyal ve beşeri bilimler ve fen bilimleri olmak üzere kendi alt disiplinlerinde bilgi üretimi yaparken aynı zamanda ilişkili disiplinlere de altyapı, temel oluşturma misyonu taşır. Tarih, edebiyat, coğrafya, arkeoloji, felsefe, sosyoloji ve psikoloji gibi sosyal disiplinler, bağımsız programlar olarak bilgi ve insan gücü üretimine hizmet ederken siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, iktisat, işletme, hukuk, iletişim, güzel sanatlar, müzik, resim ve mimari gibi alanlar için de vazgeçilmez alanlardır. Aynı şekilde kimya, matematik, fizik ve biyoloji temel alanları da mühendislik, teknoloji, tıp, tarım, eczacılık, veterinerlik gibi diğer fen bilimleri için de vazgeçilmez değerdedir.

Türkiye’deki akademi düzeni ne yazık ki bu yatay ve dikey ilişkilerin sürdürülebilmesini kolaylaştırmak yerine her bir programın kendi içinde gelenek oluşturduğu ve bilgi üretimi yarışında tek başına var olma ihtiyacı içinde olduğu bir yapıya dönüştü. Özellikle her uzun süre, her üniversitede zorunlu olan fen-edebiyat fakülteleri, büyük ölçüde kendisini besleyen bir temel bilimler anlayışını yerleştirdi.

Her geçen yıl sayısı artan bu fakültelerin üniversiteye öğrenci yerleştirme kapasiteleri, bu ölçüsüz enflasyonu görmemize engel oldu. Özellikle de nüfusun büyük şehirlerde yoğunlaştığı son yirmi yıl, okullaşma oranını ve öğretmen istihdamını da beraberinde getirdiği için yakın zamana kadar temel bilimlerden çıkan insan kaynağı ile yüzleşmek istemedik.

Kendi adıma on yıldır bu sorunun vahim sonuçlarını anlatmaktayım. Asıl görevi ve misyonu, yukarıda işaret ettiğim ilişkili disiplinlere bilgi ve insan kaynağı üretmek olan bu programların hemen tamamı, öğretmen olmak isteyen öğrencilerin tercihi ile dolmakta ve bu olasılıktan beslenen genç insanların omuzlarında yoluna devam edebilmektedir.

Formasyon hakkı ve potansiyel öğretmen adaylığı nedeniyle bu fakülteler eğitim fakültesi işlevi görmektedir. Daha önce de yazdığım üzere, ne yazık ki bugüne kadar öğretmen yetiştirme düzenimiz şekillenmediği için coşkun çağlayanlara doğru sürüklenip gitmekteyiz.

Gelinen noktada, her geçen yıl 30-40 bin adayın eklendiği ve sayısı bugün 250-300 bin aralığında bir fen-edebiyatlı öğretmen adayından söz ediyoruz. Kadroları, binaları ve imkânları ile bu nüfusu taşımaya aday fen-edebiyat fakülteleri, bu çarkın devamından ne yazık ki rahatsız da değiller. Ne yazık ki pek çok üniversitede ikinci öğretimlerin devamına izin veriliyor olması da bu alanda bir çalışmanın yapılmadığını gösteriyor.

Bu konuda herkes elini vicdanına koymalıdır. Her yıl 2 bin lirasını aldığımız 50 bin öğretmen adayına verilen formasyon diplomalarının arabası olmayanların ehliyet almasına benzemediğini görmeliyiz. Sürücü belgesi ile yasal bir formasyon ve bir yetenek kazandırılır. Ehliyeti olan vatandaş gücü ve imkânları nispetinde her an araba kullanmaya adaydır. Öğretmenlik formasyonu olan bir öğretmen adayının ne zaman atanacağını falcılar dahi söyleyemez. Çünkü çıta, bahsettiğim enflasyondan dolayı çok yükselmiş ve her yıl branş sıralamasında ancak ilk yüzde beş içinde yer alabilenler atanmıştır.

Bu öğrenciler, zeka, algı ve birikim olarak kendi temel alanlarında hemen her disiplinde bilgi üretebilecek ve istihdam oluşturacak potansiyeldedirler. Bugün bir diş hekimliği fakültesi hastanesi 2018 yılına randevu verebiliyorsa hangi alanlarda ya da sektörlerde istihdama ihtiyaç olduğunu görmek zorundayız…