Son iki sene içerisinde 48 vatandaşımızı köpek saldırısı sonucu kaybettik.
Çocuklar, yaşlılar, kadınlar, yetişkinler…
Saldırgan ve çeteleşen sahipsiz köpekler, insan seçmiyorlar.
Saldırgan köpekler karşısında bırakın minicik yavruları, yetişkin erkeklerin bile ne yazık ki çok şansı yok!
Kesici dişler, pençeler, koca bedenleriyle size yöneldiğinde yüksek havlama sesiyle birlikte ister istemez savunmasız hissediyorsunuz.
Gaziantep’te dört yaşındaki Asiye, Ankara’da 11 yaşındaki Enes, Yozgat’ta 13 yaşındaki Mustafa… Ve daha niceleri.
Bu yavruların biri kuduz hastalığından dolayı acı çeke çeke can verdi. Diğer ikisi ise hayatları boyunca kaybolan beden bütünlükleri ile yaşamak zorundalar. Aynaya her baktıklarında o dehşet anlarını hatırlayacaklar.
Bu konu açıldığında, “Böyle bir sorun mu var ki?” diye soranlar oluyor.
Zannediyorlar ki bütün sahipsiz köpekler, şehir merkezlerindeki bazı uysal köpekler gibi refleks veriyorlar… Hayır, öyle değil.
Tok olmalarına karşın, kısırlaştırılmış ve aşılanmış olmalarına karşın köpekler saldırganlık gösteriyor.
Özellikle yeni yerleşim yerlerinde ve site mimarisinin yaygın olduğu ilçelerde tehlike çok ciddi boyutlarda.
Köpekler çeteleşiyor, sahiplendikleri sokakları koruma içgüdüsüyle hareket ediyor ve insanların yürümesine izin vermiyorlar.
Sokaklar tekinsiz ve güvensiz.
Ne yazık ki sokaklarda özgürce yürüme hakkımız insanlar tarafından değil ama köpekler tarafından ele geçirildi.
Bu bir terördür! Köpek terörü, vatandaşı sokaklarda güvensiz hissettiriyor.
Fakat devlet, halkının güvenliğini her anlamda korumakla yükümlüdür.
Bu anlamda Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu konuya duyarlılık gösterdi.
Belediyeleri iş başına çağırdı. Konya ve Beykoz belediyelerini örnek gösterdi.
Köpeklerin yeri barınaklardır ve sokaklar insanlar içindir.
Amerika’yı tekrar keşfetmeye gerek yok.
Çözümü Avrupa ülkeleri ortaya koymuş.
Önce sokaklardan köpekleri toplayarak başlamışlar işe. İnsanlarını koruma altına almışlar.
Köpekler cinsiyetine göre ayrılarak barınaklarda tutulmuş. Böylelikle kısırlaştırma maliyeti ve iş yükünden kurtulmuşlar, pratik bir şekilde.
Sonrasında bir süre tedavileri ve bakımları yapılmış. İsteyen hayvanseverler, gidip barınaklardan köpek sahiplenebilmiş hatta bu durum teşvik edilmiş.
Ardından da birkaç ay sahiplenilmeyen köpekler de uyutulmaya alınmış.
Ülkemizde uyutma eylemine karşı bir reaksiyon gözlemliyorum. Bu tartışmaya alınabilir elbette.
Fakat tartışmaya açık olmayan şey, sokakların insanlara ait olması gerçeğidir.
Sözde hayvan sevgisini, insanın önüne geçirerek, parçalanan bedenleri görmezden geliyorlar.
İnsan eşref-i mahlukattır.
Hayvanı önceleyerek, hayvanı kutsayarak insanın bu denli değersizleştirilmesi normalleştirilemez.
Evet, hayvanlar işkence görmesin.
Hayvanlar şiddet görmesin. Ama insanın da beden bütünlüğü korunsun.
İnsanlık, insanın can güvenliğini koruduğu ve öncelediği müddetçe hayvanlara da gerçek faydayı üretebilir.
Diğer türlü, hastalıklı toplumsal psikolojik yansımalar oluşabilir.
Nasıl mı?
Köpeklerin saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin yakınları, köpek saldırısına maruz kalarak vücudu ısırılanlar, saldırı sonucu ısırılmasa da büyük korku ve panik yaşayanlar… Tüm bu süreçleri bizzat tecrübe edenlerde büyük bir öfke birikmekte. Ve bu sayı, milyonları buldu.
Bu öfke şu sıralar yönetilebilir durumda.
Fakat eylemde, belediyeler ve Bakanlık yavaş davranmaya devam ederse durum bu şekilde stabil kalmayabilir.
Sözde hayvanseverlere de şu mesajı göndermek isterim.
Sesleri çok çıktığında, köpek sorununu ifade edenleri lince tabi tuttuklarında, hakaret ettiklerinde ve aşırı saldırgan pozisyon aldıklarında haksızken haklı olmuyorlar. Haksızken bir de çirkince gözden düşüyorlar.
Bir argümanı savunurken insanlığınızı koruyamıyorsanız, baştan kaybetmişsiniz demektir.
Hiç şüphem yok. Hayatını kaybetmiş günahsız yavruların davası galip gelecek.
Bu konuyu yarışa çevirmeye gerek yok ama çirkince saldıranlar bilsin ki; doğru olan, her zaman kazanır.
Mama ticaretinden geçimini sağlayanlar kendilerine başka iş bulsunlar.
O kirli ellerinizi, halkımızın üzerinden çekin!