Mısır’da “Arabi Devrimi” başarısız olunca din adamı Muhammed Abduh Lübnan’a sürülmüştü. Orada kaleme aldığı “el-İslâm ve’n-Nasrâniyye maa’l-İlmi ve’l-Medeniyye” (İslam’ın ve Hıristiyanlığın İlme ve Medeniyete Bakışı) (1. Baskı: 1323/1905) isimli eserinde siyaset meselesine değinirken şu meşhur cümlesini yazmıştı: “Allah siyasete de tüm türevlerine de lanet etsin. Siyaset bir işe bulaştı mı mutlaka onu ifsad ediyor!”
Siyaset adamı Mehmet Ali Paşa Makyavel’in “Prens” isimli eserini işitmiş ve şahsına özel tercüme edilmesi talimatını vermişti. Kitabın ilk fasikülü Arapçaya çevrilip kendisine takdim edildiğinde şu mealde bir cümle sarf etmişti: Tercümeyi durdur. Zira ben ondan çok daha ilerideyim.
Konuşmalarımda zaman zaman enbiyanın mesajlarının henüz yeryüzüne inmediğini, bugüne dek gökte asılı kaldığını vurguluyorum. Çünkü nebilerin mesajı hayırlarda yarışma ve başkalarına hizmet etme hususuna odaklanır. Oysa onca enbiyanın tâbileri bu mesajı ‘eziyet etmede yarışma ve başkalarını dışlama’ şekline dönüştürmüştür! Kur’an’ın mesajı açıktır:
“Hiç şüphe yok ki Allah adil davranmayı, ihsanı/iyilik yapmayı ve yakınlara karşı cömert olmayı emreder; ve her türlü utanç verici hayasızlığı, selim akla ve sağduyuya aykırı çirkinliği ve sınırları hiçe sayan taşkınlık ve azgınlığı yasaklar: size (bu) öğütleri verir ki, sorumluluklarınızı aklınızda tutabilesiniz.” (Nahl 16:90).
İslam tarihinde gücün zirvesindeyken bile ihsan/iyilik ile muamele yöntemini benimsemenin son derece parlak örnekleri mevcuttur. Rasulullah (s) Kureyş heyetiyle ihsan/iyilik temeline dayalı ‘Hudeybiye Musalahası’nı imzalamıştı. Bu antlaşma sayesinde Kureyş ile Müslümanlar arasındaki savaş durmuş ve onlarca sene bu sulh korunmuştu.
O dönemde Allah Rasulu (sas) dünyanın sayılı liderlerine mektuplar göndererek şu çağrıyı yapmıştı:
“Ey kitap ehli! Sizinle aramızdaki şu ortak ilkeye gelin: Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceğiz, O’ndan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayacağız, Allah’ın yanı sıra başka birilerini rabler olarak kabul etmeyeceğiz! Ve eğer yüz çevirirlerse o zaman deyiniz ki: Şahit olun ki biz, kesinlikle O’na teslim olduk.” (Âl-i İmran 3:64). Bu çağrı şu anlama geliyordu: Gelin, aramızda “eşitlik” ilkesini şiar edinelim. Kendimize ne veriyorsak karşımızdakine de aynısını verelim. Hiçbirimiz kanunun üzerinde değiliz.
İnsanlar arasında yeni ve daha kaliteli iletişim modelleri geliştirme imkânlarını ortaya çıkarma hususunda hâlâ fazlaca ağır ilerliyoruz. İşte beni nebilerin getirdiği mesajların hâlâ gökten yere inmediğini söylemeye iten sebep budur. Ancak biz günümüz dünyasında bunun müjdelerini görebiliyoruz. Mesela kendi aralarında benzersiz bir birlik oluşturabilmiş olan Avrupa Birliği örneği. Keza Türkiye’de kısmi de olsa bazı müjdelere şahitlik edebiliyoruz. Zira kılıçların gölgesine sığınmadan yeni bir siyasi İslam modeli sunmaktadır:
Türkiye Müslümanları demokratik yönetime yetmiş sene önce geçtiler. Ordu darbe yaptı ve demokratik yollarla seçilmiş Başbakan Adnan Menderes asılarak idam edildi! Buna meydan okumaya rağmen sabredip direndiler, şiddete ve suikasta bulaşmadılar. Nihayetinde başbakanlığı da cumhurbaşkanlığını da elde ettiler. İdamı kaldırdılar. Usulsüzlükleri ve hırsızlıkları durdurdular. Yolsuzluklara son verdiler. Borçları ödediler. Gelirleri onlarca kat arttı. Demokratik yöntemi benimsediklerini ispat ettiler. Oyların çoğunluğunu kaybettiklerinde yönetimi bırakacaklarını gösterdiler. Bu, meşruiyetlerini kendilerinden aldıkları toplumlarına hizmet yarışında öne geçme hususunda bölgemizde ilk kez şahit olduğumuz yeni bir örnektir.
Arap ülkelerinde mevcut olan İslami yönetim korkusu yersizdir. İktidarı ele geçirmenin yöntemi seçimler olduktan ve topluma hizmet yarışında herkese eşit fırsat tanındıktan sonra korkacak bir şey yoktur. Zira halk, çıkarlarına en iyi hizmet edene ve adaleti en iyi gerçekleştirene oylarını verecektir.
Doğrudur, insanlık yürüyüşü fikrî meydan okumalardan ve mücadelelerden hâlî değildir. Dinin bir eza ve farklı olanı öldürme aracı olarak kullanıldığı da gerçektir. İtalya’da Bruno bu şekilde yakılarak öldürülmüştür. İslam dünyasında Ca’d bin Dirhem öyle. Sudan’da Mahmud Tâhâ asılarak idam edilmiştir. Daha başka birçokları fikirleri yüzünde işkenceye uğramış, hattâ canından olmuştur! Ancak bu mesele dindarların tekelinde değildir. Tarih, hiçbir semavi dine ya da ilaha iman etmeyen ama büyük cinayetler işlemiş olan suçlularla dolup taşmaktadır.
Siyasal İslam’dan korkanlar ne tarihi ne de yeni gelişmeleri bilmektedir! İslam’a yönelik meydan okumalar aslında küresel beşerî meydan okumalardır. Türkiye toplumunun demokratik mücadelesini bu yüzden örnek verdim. Başarıya ulaştıktan sonra eski ceza yasasını uygulayacaklarını söylemediler. Ya da gücü tekellerinde tutacaklarını söylemediler. Dedikleri şudur; biz demokratız ve laikiz. Adalete, ilme ve ihsana/iyiliğe güveniyoruz. Bu söylemleriyle İslam’ın ve içinde yaşadığımız kâinatın yasalarını derinden kavradıklarını da ispatlamış oldular.
Çeviri: Fethi Güngör