Siyam balığı kendi cinsine bile saldırgan olan bir balık türü. Hatta akvaryum camında gördüğü yansımasına bile saldırır. Öyle ki, kendini yer bitirir, telef eder.
Akvaryumdaki iki siyam balığı göz göze geldikleri anda kavgaya tutuşur, biri ölmeden de kavgaları bitmez.
Fakat engin denizlerde gayet mülayimdir, zararsızdır.
Francis Ford Coppola’nın aynı isimli filmine (Siyam Balığı/ Rumble Fish, 1983) ilham olmuştu. Final sahnesi ve birçok diyaloğu yıllar içinde ideolojiye dönüşmüştü:
“Motosikletli adam: (Akvaryumdaki siyam balığını göstererek) Fakat buraya ait değiller. Eğer nehirde olsalardı kavga edeceklerini sanmıyorum. Yaşayacak yerleri olsaydı…
Memur Patterson: Birinin seni sokaklardan alması gerek.
Motosikletli adam: Birisinin balıkları nehre bırakması gerek. Mahallemizden nefret ediyorum. Hiç renk yok.”
Son günlerde akvaryuma tıkılmış siyam balıkları gibiyiz…
Herkes, sürekli birbirinin gözünü oymaya çalışıyor. Aynı kampta olanlar bile… Hatta bu konuda çeteleler tutuluyor, fişlemeler yapılıyor.
Oysa Türkiye dediğimiz okyanus uçsuz bucaksız…
Sadece bu ülkenin sınırları değil bizim coğrafyamız…
Hiç durmadan birbirimizi telef ettiğimiz için bizim dışımızdaki coğrafyalar ile ilgilenecek vaktimiz yok.
Bizi ideolojik siyaset dili bu hale getirdi. Siyaseti ‘hizmet’in dışına çıkararak ona ideolojik bir anlam yüklediğimiz için…
Tıpkı soğuk savaş dönemlerinde olduğu gibi kamplara bölündük. Sinir uçlarımız sürekli teyakkuz halinde…
Ve her şeyi ölüm-kalım savaşı olarak görmeye başladık.
İçinde bulunduğumuz akvaryumdan dışarı çıkabilsek…
Yahut yüce bir akıl bu kocaman akvaryumu kırabilse…
Koca koca mesele başlıklarının hiçbir anlamının olmadığını göreceğiz. Asık suratlı anlaşmazlıklarımızın incir çekirdeğini doldurmayacak kadar küçük olduğunu anlayacağız.
Partiler, sivil toplum kuruluşları, şirketler…
Hatta ailelerimiz bile bu tuzağın içine çekilmiş durumda.
Birbirimizden gözlerimizi kaçırıyoruz. Çünkü göz göze gelsek ölümcül kavga başlayacak.
Bundan kurtulmanın tek bir yolu var: Akvaryumu kırmak…
Denize açılalım…
Dalgaları seyredelim, ufukta bir nokta gibi kalıncaya kadar sahile bakalım, suya dalalım, rengârenk balıkları hayranlıkla seyredelim…
Berber berberliğini yapsın; S-400, F-35 filan… Bu meseleler sadece sohbet konusu olsun onun için…
Terzi ülkenin sınırlarını kesip biçmesin…
Tezgâhtar memleketi koyup satmasın tezgâhına…
Siyasetçi ve bürokrat kendi işine baksın: İkna etsin, uyarsın, toparlasın, kucaklasın, gülümsesin, kibir libasını yırtsın, kuleleri yıksın, ontolojik gerçekliğinin farkına varsın, ‘ben’den ‘biz’e insin, göstersin ama tehdit etmesin, başa kakmasın, ötekileştirmesin, mücadele etsin ama hırpalamasın, ölümü gösterip sıtmaya razı etmesin, şucu-bucu diye kamplara bölmesin, sevsin, inansın, güvensin, hoşgörülü olsun…
Ve hatta akvaryumu ilk onlar kırsın…
İnanın, hiçbir meselemiz kalmayacak.