Kadına yönelik sözlü ve fiziksel şiddet hep gündemde vardı. Sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle beraber, artık nerede bir şiddet uygulansa haberdar olmaya başladık. Başörtülü ya da başörtüsüz fark etmeksizin, her kadının yaşadığı taciz, bizim derdimiz oldu. Fakat ne yazık ki ne kadar ‘kadına şiddete hayır’ desek de her gün belki onlarca belki yüzlerce kadın, ya sözlü yollardan ya da fiziksel yollardan şiddete maruz kalıyor.

DEMET İLCE / RÖPORTAJ

Türkiye’de kadınların uğradığı kötü davranış, zulüm ve ölümlerin sonu gelmiyor. Sosyal medya sayesinde devamlı olarak kadının kadına ya da erkeğin kadına yaptığı kötü davranışlarla karşı karşıya kalıyoruz. Yaşananlar sadece sosyal medyanın bize sundukları değil, bir de buz dağının görünmeyen kısmı var. Bir dönem nasıl ki açık kadınlara yönelik şiddetlerin olduğu videolarla ve haberlerle karşılaşdıysak şimdi de tesettürlü kadınların uğradığı şiddeti içeren görüntüler gündemde. Peki, neden son zamanlarda başörtülü kadınlara yönelik şiddetin olduğu videolar karşımıza çıkıyor? Bu bir algı yönetimi mi? Yoksa altında sosyal veya siyasi yöntemler mi yatıyor? Sosyolog Bengül Güngörmez ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Mahmut Hakkı Akın Diriliş Postası’na konuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.

NEDEN SON ZAMANLARDA TESETTÜRLÜ KADINLARA YÖNELİK ŞİDDET İÇEREN VİDEOLARLA KARŞILAŞIYORUZ?

Sosyolog Bengül Güngörmez: İnsanların kılık kıyafeti ile ilgili sataşmalar, baskılar, şiddet vakaları Türkiye’de her zaman vardı. Bu türden saldırıların bugün çok fazla gündeme gelmesi medya ve iletişim olanaklarının çok fazla artması, kamusal alanda etkileşimin gelişmesi ile alakalıdır. Bugün herkesin elinde bir cep telefonu ya da akıllı telefon bulunuyor ve herhangi bir olayı kişi hemen kayda alabiliyor. Hatta bugün önümüzde gerçekleşen bir olaya müdahale etmek yerine onun filmini çekmek daha tercih edilir bir duruma dönüşmüş durumda.

“REJİMİN MEVCUT İDEOLOJİSİ KİMLİK TALEBİNİ KARŞILAYAMIYOR”

Yine medyanın haber seçme pratiklerinin siyaset dışı ya da siyasete bağışık veya tarafsız olduğunu da söyleyemeyiz. Öte yandan son yıllarda çok kültürcü ve demokratik yaklaşımların da etkisiyle dünyada ve Türkiye’de yaşanan gelişmeler insanların kimliklerinin önemini ve kimlikleriyle yaşama taleplerini ön plana geçirdi. Kimliklerimizin en fazla somutlaştığı yerlerden birisi kıyafetlerimizdir. Kişilerin kimlikleriyle yaşama talebi istedikleri gibi giyinme taleplerini de beraberinde getirir. Rejimin mevcut ideolojisi bu kimlik talebini bugün artık karşılayamamaktadır. Bu yüzden günümüzde dahi siyasiler tarafından anayasada baş örtüsü takabilmeyi garanti altına alma yönünde değişiklik yapma talebinde bulunulmaktadır.

Ülkemizde kılık kıyafet meselesinin ve bununla ilgili olayların sık sık gündeme gelmesinin cumhuriyetin kuruluş felsefesinin ya da ideolojisinin neticelerinden biri olduğu söylenebilir. Söz konusu rejim modernleşmenin, çağdaşlaşmanın ve Batılılaşmanın başka pek çok Batılı adetlerin alınmasının yanı sıra imparatorluk bakiyesi halkın geleneksel kıyafetleri atması suretiyle, yani modern bir görünüme geçişle mümkün olacağını kabul etti.

“ELİTLERİMİZ KİŞİLERİN KENDİ KİMLİKLERİNİ KABUL ETMEK İSTEMİYOR”

Türkiyeli ama Batılı, yani oryantalist elitler, içinde yaşadıkları topluma yön veren, onları aydınlatan ve onlara ‘doğru’ yolu gösteren rehber rolünü benimsediler. Bugün de elitlerimiz hakikat rejimlerinin kendilerine bahşettiği bu rolü benimsemekte, kişilerin kendi kimliklerinin olduğunu ve ona göre giyindiklerini kabul etmek istememektedirler. Kişilerin giyimlerini negatif anlamda konu eden her rejim, grup ya da kişiler kendi hakikat rejimlerinin bekçiliğini yapmakta ve onu zorla halka dayatmaktadırlar. Bunlar demokratik ve hoşgörülü değil, baskıcı ve despotiktirler.

“MİLİTAN LAİKLİK ANLAYIŞI SEÇİM DÖNEMLERİNDE HORTLUYOR”

Bu durum ulus devletin jakoben pratiğiyle yakından ilişkilidir. Jakoben ve pozitivist elitler bilimi tek doğru ve hakikat kabul ederek bilim dışı ne varsa hurafe, ön yargı ya da dogma olarak kabul ettiler. Gelenek ve geleneksel kıyafet de bu çerçevede değerlendirildi. Dindar halk kesimlerine çağdaş bir görünüm kazandırmak isteyen Kemalist kesimlerle dindar halk kesimleri arasında yaşanan çekişme, Türkiye’nin demokrasi tarihine damgasını vurmuştur.

Türkiye’nin elitleri modernleşme tecrübesi yaşanırken, laikliği modern bir toplumu yaratabilmenin temel koşulu olarak gördü. Dolayısıyla dinsel simgeleri ve bu simgeleri taşıyanları kamusal alandan dışlamayı çağdaşlık ve ilericilik olarak kabul etti. Çağlar Keyder’in deyişiyle ’militan laiklik’ olarak adlandırılabilecek olan bu anlayış özellikle seçim dönemlerinde hortlamakta ve kamuoyunda sık sık gündeme gelmektedir. Militan laiklik anlayışının neticesi şapka kanununda bulunabileceği gibi 28 Şubat sürecine bağlı olarak kamu kurumlarında tesettürün yasaklanmasında da bulunabilir.

“YASAKÇI ZİHNİYETLER YÜZÜNDEN ÇOK ENERJİ KAYBETTİK”

Prof. Dr. Mahmut Hakkı Akın: Son günlerde tesettürlü kadınlara yönelik şiddetin artmasında birkaç sebep tespit edilebilir. Türkiye’de modernleşme, semboller üzerinden bir kültürel bölünmeye ve farklılaşmaya sebep oldu. Bu farklılaşmada bir grup giyim-kuşam başta olmak üzere hayat tarzıyla ilgili pek çok sembol açısından geleneksel kesimlerden farklılaştı. Bu farklılaşmanın ve farklı taraflar haline gelmenin siyasi alanda özellikle başörtüsü sorunu etrafında uzun yıllar yaşandığına şahit olduk. Hatta toplum olarak bu kimseye faydası olmayan yasakçı zihniyet ve uygulamalar yüzünden çok enerji kaybettik.

Başörtüsünün gericiliği sembolize ettiği, çağdaş hayat tarzını temsil etmediği, Cumhuriyet ve inkılaplar karşısında siyasi bir sembol olduğuyla ilgili pek çok şey söylenmiştir. Bu söylenenleri benimseyenlerin tamamı değilse de bir kısmı, resmi kuruluşlarda başörtüsü yasağını savunmanın ötesine geçerek herkesin kullandığı yol, çarşı, toplu taşıma araçları gibi kamusal alanlarda da başörtülülere hakaret edebilmiştir. Hatta fiziksel şiddete başvuranlar da olmuştur.

“MUHALİF SEÇMENLER ÖFKE PATLAMALARI YAŞADILAR”

Yakın zamanda bu tür haberlerin artmasında son yaşadığımız seçim sürecinin de etkisi olduğunu düşünüyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 21 yıllık iktidarı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden seçilmesiyle devam ediyor. 14 Mayıs 2023 seçimlerinden önce uzun yıllardır AK Parti iktidarından rahatsız olan muhalif kesim, ilk defa iktidarın değişebileceğiyle ilgili bir ümide sahip oldu. Daha önceki seçimlerde böyle bir motivasyonun hem muhalif siyasetçilerde hem de seçmende oluşmadığına dikkat çekmek isterim. Ancak bu seçimde pek çok anket şirketi kamuoyu araştırmalarında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun birinci ya da ikinci turda seçimi kazanacağını duyurdu. Ancak seçimi Cumhur İttifakı ve Recep Tayyip Erdoğan kazanınca ilk defa ciddi bir motivasyonla seçime katılan ve kazanmaya dair ümide sahip olan bazı muhalif seçmenler, sosyal medya mecraları başta olmak üzere hayal kırıklığına bağlı öfke patlamaları yaşadılar. Belki bu mecralardaki öfke patlamaları da dijital şiddet kapsamında değerlendirilebilir. Maalesef toplu taşıma araçlarında vatandaşların cep telefonlarıyla çektikleri görüntüler dolayısıyla öğrendiğimiz başörtülü kadınlara fiziki ve sözlü şiddet olayları trajiktir.

“AÇIKÇA HUKUK İHLAL EDİLİYOR”

Başörtülülere saldırılarda göz önünde bulundurulması gereken bir başka husus da Türkiye’de yükselen ırkçılık ve özellikle Arap karşıtlığıdır. Kamusal alanda bazı başörtülüleri Suriyeli ya da Afgan zannederek sözlü ya da fiziki saldırganlık haberleriyle de karşılaşıyoruz. Böyle bir saldırıda “burası Türkiye Cumhuriyeti” denilerek saldırılan başörtülü kadın da Türk çıkmıştı. Kaldı ki bir insanın Arap ya da başka bir milletten olması, hiçbir saldırganlığı meşrulaştırmaz. Asıl iptidai ve insanlık dışı olan şey başka bir insana saldırmaktır. Toplumsal hayat belli ortak değerler ve normatiflik olmasa büyük bir kargaşaya döner. Burada bencilce ve kendi keyfine göre başkasına saldırma hali söz konusudur ve açıkça hukuk ihlal edilmektedir.

Bu durumu kimin kime yaptığının ötesinde ilkelerle ilgili bir boyutta değerlendirmek gerekir. Bir başkasının hayat tarzı, giyim kuşamı hoşumuza gitmese de kamusal alan bizim kendi özel alanımız değildir. Bu alan, bir ortak kullanım alanıdır ve insanlar bir başkasına sözlü ve fiziki saldırıda bulunulmadığı müddetçe burada birbirine tahammül etmek zorundadır. Bu nedenle belediye otobüsünde mini etekli bir kıza yapılan saldırı da meşru değildir, bunu yapanın da cezalandırılması gerekir. Saçımızın ya da tenimizin rengi, giydiğimiz gömleğimizin deseni, elimizde taşıdığımız dergi ya da gazete bir başkasının hoşuna gitmiyorsa bu durum onun bize saldırmasıyla ilgili bir hak tanımaz.

İnsanların ortak inançlar ve değerler konusunda birbirini tahrik etmemeleri esastır. Ancak burada değerler, normlar ve tahrik olmayla ilgili sınırların nerede başlayıp nerede biteceği, insanlık tarihi boyunca daima mesele olmuştur. Ötekinin değer verdiği ve kutsal saydığı şeylerle ilgili karşılıklı tahammül ve birbirini tahrikten uzak durmak esas olmalıdır. En azından insanlığın bir arada yaşamayla ilgili ortak tecrübesinden çıkan bir ilke olarak bu ilkeyi dikkate alabiliriz.