Güzellik sektörü devamlı değişiyor ve gelişiyor. Son olarak Barbie filmi ile güzellik kavramı bir kez daha gündeme geldi. American Society of Plastic Surgeons'a göre 2000'lerden sonra erkeklerde botoks oranı %400 oranında arttığı ortaya çıktı. Biz de Prof. Dr. Sosyolog Bünyamin Ayhan ile Barbie’nin Türk toplumuna özellikle erkekler açısından yansımasını ele aldık.
Demet İlce / Röportaj
Prof. Dr. Sosyolog Bünyamin Ayhan, son dönemde sinema sektöründe patlama yaşayan Barbie filminin, Türk toplum yapısına özellikle erkeklerde estetik ve güzellik açısından yansımasını Diriliş Postası'ndan Demet İlce'ye değerlendirdi. Öte yandan, Barbie ve Ken’in yaşam alanı olarak bize sunduklarını, dijitalleşmenin sabitlendiği bir toplum figürü olarak ele alan Ayhan, “Barbie ve Ken için ütopya üretmemize gerek yok” dedi.
Yapılan bir araştırmaya göre yurt dışında Barbie filminden sonra Ken bebeğe benzemek isteyen erkeklerin sayısında artış olmuş. Türkiye’de Ken olmak isteyen erkeklerin sayısında artış olur mu, bu filmin Türk erkekleri üzerinde ne gibi etkileri oldu?
Barbie, Cindy, Winx vs. bunlara 2. Dünya Savaşı'ndan sonra kitle toplumları için üretilmiş semboller olarak bakıyoruz. Bu dönemde toplumları bir arada tutacak, boş zamanlarını değerlendirebilecek, eksik olan kimlik taraftarını tamamlayabilecek oyuncaklara ihtiyaç vardı. Makyaj malzemeleri nasıl dünyada bir sektörse oyuncağın da bir sektörü var ve bu sektörün içerisinde de Barbie neredeyse başı çekiyor. Milyar dolarlık bir bütçesi olan bir malzemeden bahsediyoruz. Sadece Barbie'den bahsediyorum.
Türkiye gibi ülkeleri düşünün. Bu ülkenin borç almak için IMF'den sadece milyar dolar istediğini düşünün. Peki, Barbie kime hitap ediyor?
“BARBİE HİÇBİR ŞEYE İHTİYACI OLMAYAN BİR KADIN”
Barbie’nin Avrupalılara hitap ettiğini dile getiren Ayhan, Barbie’ni annesi, babası ve çocukları olmadığına dikkat çekti. ”Barbie her zaman Barbie. Hep aynı yaşta ve aynı zamanda. Barbie'nin daha sonra eklenmiş olan arkadaşları var.” diyen Ayhan, Barbie’nin batı kültürü içinde yalnızlığı oynayan, kendi kimliği, kendi yaşam alanı sabitleşmiş bir birey olarak karşımıza çıktığını söyledi.
Ayhan sözlerine şöyle devam etti:
Bir kadın ama hiç kimseye ihtiyacı olmayan bir kadın. Sadece bununla kalmıyor. Aynı zamanda sosyoekonomik veya kültürel olarak da hiçbir kimseye ihtiyacı olmayan bir kadın. Yani biyolojik olarak değil. Ekonomik, sosyal hiçbir şeyle iletişimi veya bağlantısı yok. Bununla beraber bütün işlerini kendi halleden bir kadın pozisyonuna da sahip. Yani güçlü bir kadın profili de var.
Her ne kadar son zamanda farklı çeşitleri üretilse de Barbie çok ilginç bir şekilde beyaz bir kadın aslında. Siyahi Barbieler de var. Hintliler, Çinliler veya Uzak Doğu için bir bebek satacaksınız. Ama beyaz değil. Ne yapmanız gerekiyor? Benzetmeniz gerekiyor. Bu bir sektör. Bu açıdan Barbie’nin düz ve tek tipleştirilmiş bir ideolojisi yok. Başlangıçta bir ideolojisi vardı. Avrupa’nın kendi kültürel kodları içerisinde çocuklarına idealize edilmiş bir kadın formu üzerinden düşünce aktarımı vardı. Fakat daha sonra ticaretle ve küreselleşmeyle beraber, bütün dünyanın her tarafına dağıldı.
Batı için 2. Dünya Savaşı ağır bir travmaydı, milyonlarca insanlar birbirini öldürdü. Bunun sonunda insanlar ‘biz ne yapıyoruz?’ diye sormaya başladılar. Kültürel kodlarını değiştirecek araçlar ararken Barbie sektörü de gelişmeye başladı.
“BİZİM FORMLARIMIZ BARBIE FORMUNA UYMUYOR”
Türk formunun Barbie formuna uymadığını dile getiren Ayhan, bireysellik arttıkça bizde de Kenler olabileceğini şu sözlerle aktardı:
“‘Barbie etkisi’ diyebileceğimiz bir nokta var. Barbie etkisi bizim iletişimde kullandığımız bir sihirli iğne veya bir şırınga değil. Bir kere bastığınız zaman bütün yapıları alıp bütün vücudunuzu veya düşüncenizi etkileyecek bir sistem de değil. Fakat uzun vadede yapılmış bir propaganda, bir reklam, bir pazarlama; sizi bir noktadan sonra onlar gibi düşünmeye, onlar gibi yaşamaya doğru eviriyor.
Barbie ile ilgili yapılan araştırmalar Batı’da yaygın. Bizde sadece birkaç sayıda çalışma var. Bunun nedeni de bizim formlarımızın Barbie formuna fazla uymaması. Kadın stillerimiz, kadınlarımızın beden formları veya saçları.
Batı’da Barbie’ye benzemek ya da onun gibi olabilmek için ameliyat geçiren insanlar var. Sürekli rejim yapan, diyet işleriyle uğraşan veya anoreksiya olanlar var. Batıda bunlarla ilgili bağımlılık çalışmaları var. Fakat bizde yok. Bizdeki Türkçe metinlerde Barbie ya da oyuncak bebeklerle ilgili çok ciddi araştırmalara rastlamıyoruz. Batı toplumunun formu buna biraz daha elverişli bireysellik çok daha yoğun olduğu için. Fakat bizde de daha sonraki aşamalar için bunlarla ilgili bir beklentimiz var. Bireysellik arttıkça, bireyin kendini ideolojileştirecek araçlara, sembollere ihtiyacı oluyor. Bu Ken olur ya da bir başkası olur fark etmez.”
“TOPLUMA YOL GÖSTERMEZSENİZ HER YERDE KEN’LER GÖREBİLİRSİNİZ”
Güzellik endüstrisi kadınları görünüşü konusunda tam bir doygunluk noktasına ulaştırdı, şimdi de erkekleri elde edemedikleri görüntülerle bir bunalıma sürüklediğinden bahsedebilir miyiz?
Türk toplumunda erkekler güzellik sektörüne yatırım yapmıyorlar. Yatırım yapan insanların alanları ve iş noktaları da belli. Plaza kültürü her yerde geçerli değil. Biz Doğu toplumuyuz, Batı’nın biraz daha dışında gelişiyoruz. Fakat batıyla entegre olduğumuz yönlerimiz de var.
Normal düzende kimlik, güven ve kaygı gibi eksiklikleri olan insanlar, bu eksiklikleri tamamlamak için kendisi dışındaki eksikliklere yönelebiliyor. Bu Ken ya da bir başkası olabilir.
Dijitallleşme hepimizi küreselleşmenin son boyutuna taşıdı. Bu teknolojik unsurlar dijital bir toplum yaratıyor. Buradan bir kaçışımız yok. Bu durum küreselleşmenin bütün dünyaya getirmiş olduğu bir zorunluluk. Küreselleşme bunları getiriyor ama bir de yerel yapıların bunlara karşı göstermiş olduğu dirençler veya kendilerini ifade ettikleri alanlar var. Biz de kendimize bu noktada, “Ken’ler arayabilir miyiz?” sorusunu sorabiliyoruz.
Burada şöyle bir sorun var; eğer siz tek tipleşmenizi Batı’nın bütün alanlarına doğru götürürseniz, doğal olarak bizde de Barbie’ler çıkacaktır, bunun kaçışı yoktur. Ama siz bunun dışında, kendinizle ilgili özgün olmasa bile melez yapılar inşa edebilirseniz burada hiçbir sorun olmayacaktır. Burada tartışmamız gereken konu şu:
Türkiye diğer toplumsal süreçlerle hangi noktada benzeşiyor veya hangi noktada ayrışıyor? Örnek vermek gerekirse, Türk kadınları ile Suriye’den göç eden kadınlara baktığımda, Suriye’den gelen kadınların makyaj endüstrisine daha fazla yatırım yaptığını gözlemledim. Bizim kadınlarımızın makyaj endüstrisine yatırdıkları rakamlar çok sınırlı ve kısıtlı. Türk toplumunda kadınlar makyaj yapmayı hayatlarının bir temel ihtiyacı olarak görmüyor. Güzellik ve koku endüstrisi dünyada belirli noktalarda çok gelişmiştir. Bunlardan biri Fransızlardır. Koku konusunda da Fransızlar çok öndedir ama en çok tüketenler de Arap toplumlarıdır.
Bir toplumun temel değerleri, bireylerin nasıl davranacağı ile ilgili onlara yol, bir izlek gösterir. Eğer siz toplumunuza bir izlek gösteremezseniz bunun sonucu her yerde Ken görmek de olabilir.
“Türk toplumunun, yaşam düşüncesi ve felsefesinden dolayı Ken’le asla bir noktaya gelmeyeceğini düşünüyorum. Fakat eğer izleklerinizi Batı’nın bu noktası üzerinden şekillendirirseniz, tabi ki bizim de Ken’lerimiz ortaya çıkabilir.
“FEMİNİSTLERİN DAHA KATI OLMASINI BEKLERDİM”
Feministleri Barbie filmine karşı daha katı olmaları gerektiği konusunda eleştiren Ayhan, Ken ve Barbie’lerin bir geleceği olmadığını şöyle ifade etti:
Barbie bir anne, teyze, hala değil. Barbie’nin bu dünyadaki yeri başka şeylerle ilgili. Feministlerin bu konuda daha katı olması gerekirken, sesleri çıkmıyor. Kadın bedeninin bu kadar öne çıkarılması ya da kadın bedeni üzerinden sürekli bir pazarlama sektörü oluşmasına feministlerin karşı çıkması gerekiyor.
Ayrıca Ken ve Barbie’lerin toplumda bir geleceği ve üretimi yok. Fakat toplumların gündelik hayatta yaşayıp devam eden, çoluk çocuğu olan ve üretim tüketime dahil olan insanlara ihtiyacı var. Barbie ve Ken’leri toplumsal bir figür olarak ortaya çıkarırsak, kendi toplumumuzun geleceği ile ilgili olan birçok noktayı ortadan kaldırmış oluruz. Buna dikkat etmemiz gerekiyor. Barbie ve Ken’in yaşam alanı olarak bize sundukları, toplumların geleceği değil, dijitalleşmenin sabitlendiği bir toplum figürüdür. Bu, standartlaştırılmış, herkesin tek tipleştirilmiş bir dünya olması demek. Bununla ilgili yeteri kadar ütopyamız var. Yeniden Barbie ve Ken için ütopya üretmemize gerek yok aslında.