Hiçbir duygu aile huzuru, mutluluğu kadar tatlı değildir. İnsanın kendini güvende hissettiği kurumdur aile. İç saadetin ikramcısı da annelerdir.

Aile içi muhabbeti muhafaza etmek için, kalplerin güzel ahlak ile aydınlanması şart… “Cennet annelerin ayakları altındadır” (Nesai, cihadi 6) hadisi merkeze alındığında aile huzurlu olur. Anne ve babanın emeğini, özverisini, sevgisini hisseden çocuk mutludur. Bir yandan sıcak yuva açlığı çekenler, diğer yandan bir çırpıda dağılan yuvalar. Acı ve yara biriktirmek için yarışılan bir çağda yaşamak çok zor… Öldürülen anneler, çocuklarıyla intihar eden aileler, dinmeyen şiddet! Anlamak, dinlemek diye bir şey yok artık! İstişare edecek sabır da yok. Herkes kendi acısının sesini duyuyor. İnsanlar aceleci, telaşlı, bencil. Aileleri güzelleştiren o sakin havaya, “Evet dinliyorum sesine” hatta anlamış gibi yapmış duruşlara o kadar ihtiyaç var ki! Saldırgan, buyrukçu, kirli dilin itibar görüşü manevi cephenin soluşuna örnek değil mi? Birbirinin açığını ortaya serpme karaktersizliği kutuplaşmaları oluşturur. Mahremiyetin son bulduğu yerde aile biter. Aileyi koruyor muyuz, yıkıyor muyuz? Sahte adres oluşturarak koca, kadından habersiz boşanabiliyor. Muhtarlar geçersiz adrese tebligat gönderiyor hatta sahte şahit bile oluyorlar. Bu şekilde mağdur olan birçok kadın var. “Boşanmayı azaltacak unsurlar nelerdir, aileyi korumak, çocukların psikolojini bozmamak için neler yapmalıyız” diye bir çaba gayret olmaması da üzücü. Herkes birbirini suçluyor. Kavga, hakaret dili yakışmıyor Müslüman’a… Kısır çekişme, çözümsüzlük, kaos problemleri çoğaltıyor. Çocukluğumda sabah ekmek almaya giderken feryat eden bir kadın gördüm. Kocası tarafından dövülen kadın, acı içinde kıvranırken çocukları merdivenin dibinde anne diye ağlıyorlardı. Baba, o anneyi kurtaralım lütfen diye ağlamıştım bütün gün. Büyüdüğümde kurtarılacak kadın sayısının çok oluşunu gördüğümde insanlıktan utandım. Şiddet ortadan kalkmadığı müddetçe ailedeki denge sağlanamaz. Ve Şiddet gören kadın sığınma evlerine gidince, kadın haklarını koruyunca feminizm çoğaldı, aile yıkılıyor diye linç furyası başlatılıyor. Yıkılmış, parçalanmış, itibarsızlaştırılmış aile mi elden gidiyor? Kadını tekme-yumruk ile çocuklarının gözü önünde döven, çocuğundan özgüveni çalanbabalar– olmasaydı, kadın haklarını savunan sistem de olmazdı. Yanlışlarımızın, hatalarımızın, zaaflarımızın, öfkelerimizin sonucuna tahammül edemiyorsak, kontrol sistemini iyi ayarlamalıyız. Anlık esintilere kurban olmamak için, doğruluk ilkemizden ödün vermemeliyiz. Evli ve hamile kadının unutmadığı aşkı ile bir araya gelme ahlaksızlığını, ihanetini “aşk” adı altında masumlaştıran ‘Bir Zamanlar Çukurova’ dizisinin aile değerlerini sıfırlayışını umursamayan, aileyi dağılışa teslime etmiş demektir. Evli erkek ve kadının, dışarıda yaşadığı aşk rezilliği diziler ile evlere konuk oluyor. Bu da doğruluk algımızı değiştiriyor. Edep adap, ar ve utanma duygusunu ortada kaldırıyor. Doğal olarak da ahlaksızlık normal gelmeye başlıyor bir zaman sonra. Edep duygusunun bittiği yerde insanlık da bitiyor. Boşanma sonrası nafaka mağduriyetim diye feryat eden erkek! Eşlerine, çocuklarına şiddet uygulayan erkek! Aile elden gidiyor diye en çok mücadele verenler de yine erkekler. Sanırım erkek aile ehemmiyetini yaşam dengesine indirgediğinde ailenin yıpranma payı azalacak.

Bugünün penceresine şu sözleri ile sesleniyor Reşat Nuri Güntekin: “Babalar gidince, kimi sevsen gidiyor sonra…”